İÇERİDEKİLER
DELİKANLI
GÜZEL KIZ
İHTİYAR ADAM
ŞİŞKO TİP
DELİ KADIN
ALAYCI HERİF
HASSAS ADAM
DIŞARIDAKİLER
TEMSİLCİ
HOPARLÖRDEKİ SES
Köşede, ranza gibi üst üste yerleştirilmiş, iki üç masa, önlerine monte edilmiş havada duran sandalyeler, her birinde eski püskü daktilolar ve yan tarafta bir merdiven … Yukarıdan sarkan zincirler, bazılarına makara sistemiyle asılmış, tepede sallanan büyük kasalar… Üstteki, demir platforma çıkan bir asansör… Tuğlası, kiremiti çıkmış duvarlara konulmuş küçük, kırık, kirli pencereler… Tam ortada demirden büyük bir kapı… Yan duvara, kapının üstüne yerleştirilmiş kocaman paslı bir megafon… Karşı, uzun duvarda, şekilsiz, garip bir televizyon… Ortadaki masada kızıl, büyük bir telefon… Sağ, yan duvarda, suyla dolu iki cam tüpün içinde, stepne gibi duran iki insan… Bir kenarda yukarıdan sarkan ipler…
BİRİNCİ PERDE
Yukarıdan bir tabela iner sahnenin ortasına, ışık sadece onu aydınlatır, sonra yine yukarıya çekilir.
“UYANIŞ VE GÜNLÜK KAVRAM KARMAŞASI” yazmaktadır üstünde.
Karanlık yavaştan ışığa bırakır ortamı.
Megafondan önce bir böğürtü yükselir. Geyik çağırma borusundan farksız ama daha rahatsız edici. Orada yatan yedi insan açıkça görülür artık. Doğrulur bazısı. Bazısı gerinir. Birkaçı öte yana döner uyumaya devam etmek gayretiyle…
MEGAFON: (Tiz ve gıcık bir ses oldukça yoğun bağırır. – Megafon tangır tangır sallanmaktadır konuşulunca.) Kalkın, sabah oldu. Uyanın. (Durur bir süre) Çalışacaksınız. Biz anlaşmaya hazırız. Sizi düşünüyoruz. (Durur bir süre) Evet efendim! Tüm imkanlarımızı seferber ettik. Utanmıyorsunuz değil mi? Kalkın! Üretim… (Öksürük krizine tutulur.)
Öhhö öhö… Hay aksi. (Öksürük devam eder.)
BİR SES: Marşı koyalım mı amirim.
MEGAFON: Koyun. Öhhö öhö.
Marş başlar.
“Yarınlar inananlar için. Bugünler çalışanlar için, ailemiz, devletimiz için
Sınıf çatışmalarını yendik biz. Şüpheyi sorguyu, arzuları geride bıraktık.
İyiliğimizi düşünür büyüklerimiz. Besler, korur, barındırır, önem verir.
Bağlılığımızla varız biz. Beden gücüyle varız. Çırılçıplak onlar için varız.”
DELİKANLI: (Uzun, bıyıklı. Marş sürerken coşkuyla fırlar ayağa. Gözlerini ovuştururken duvara doğru yürür.) Ha ha ha! Bir gün daha ha! (Bağırır) Bizi rahatsız etmekten başka ne gelir ki elinizden. Siz! Onlar! (Hâlâ uyanamamış arkadaşlarına döner) Hadi be, kalkın sizde. Böyle miskin miskin şey yapmak nerede görülmüş. (Düşünür yine kafası karışarak) Şey yapmak. Evet. Şey yapmalıyız!
DELİ KADIN: (Karman çorman saçlarını savurup ağzından neredeyse tükürükler çıkararak tiz sesiyle bağırır.) Allah senin belanı versin. Bi sus. Neredeyiz biz? Biri cevap versin be!
ALAYCI HERİF: (Ellerini yere koyup, bir elini dalgalı saçlarının içine sokarak geriye atar.) İnsanlar için yeni bir gün nedir ki. İçi yemekle dolu bir duvar saati. Ha ha! Nerdeymişiz. Olduğumuz yerde işte. Daha ötesini hak etsek orada olurduk…
HASSAS ADAM: (Ayağa kalkıp histerik haraketlerle duvara doğru koşturur. Ağlamaklıdır sesi.) Yeter. Dayanamıyorum artık. Hayır! Kapatın şunu. Şikayet edicem. Haklarım var. Olmalı. Var tabii ki… (Yere çöker kulaklarını kapayarak.)
GÜZEL KIZ: Lütfen biri bir şey söylesin. Hey. Ne istiyorlar bizden? Bu güzel bir müzik değil. Hayır. Değil. (O da kulaklarını kapar avuçlarıyla.)
DELİ KADIN: İşe yaramaz geri zekalılarla dolu be bu dünya. Bitmek bilmez “Neden” sorularıyla cevapların üstünü örtmekten başka bir şey bildikleri yok. Peh! (Sinirli bir şekilde kapıya doğru yürür.)
DELİKANLI: (Duvarın önünde kafasını kaşıyıp durmaktadır. Kıza bakar bir.) Dilimin ucunda. Dün gece. Evet. Yatmadan önce bir şey yapmıştım. Ama ne? Allah kahretsin.
YAŞLI: (O ana kadar orada sallanıp durmuştur. Yerinden kalkmaya davranır ama gücü yetmez.) Ben… Eee. Evet. Öhhö. (Konuşmaktan vazgeçip tekrar yerine oturur. Yukarıya bakar yardım istermiş gibi…)
GÜZEL KIZ: Ben de şey yapmıştım… (Buruşturur yüzünü.)
HASSAS ADAM: Evet, şey…
Şişko, aklı karışmış, insanlara bakmaktadır tek tek. Yolacakmışçasına çekiştirmeketedir keçi sakalını.
“Gıcııırt,” diye bir ses çıkar megafondan o anda. Sanki kaset sarmış gibi. Durur müzik. Bağırışlar gelir diğer taraftan.
Güler yukarıdan, tavanın üstündeki boşluktan, kimliği belirsiz bir ses…
GÜZEL KIZ: Kesildi. Sanki daha önce de olmuştu aynısı.
DELİKANLI: Oldu ya. Ben de hatırlıyor gibiyim.
HASSAS ADAM: Konuşsun birisi, neler oluyor. Neresi burası? Susmayın!
ALAYCI: Hep böyledir. Sessizlik isteyenler korkarlar aslında bunun gerçekleşmesinden. Ayıpları örten gürültünün güzelliğine sıkı sıkıya bağlıyız hepimiz.
ŞİŞKO: (Öne çıkar telaşlı.) Bir anlamı olmalı tüm bunların. Bize sesleniyorlardı. Bir şeyler demek istiyorlardı. Dinlemesini bilmemek ne ayıp. Bağırmaktan başka bir şey bilmez misiniz siz?
DELİ KADIN: (Şişko’nun yüzünün taklidini yaptıktan sonra.) Dışarı çık da ne diyorlarmış öğren o zaman, seni tavuk kılıklı!
DELİKANLI: Aranızda hiç mi yok hatırlayan? Dün buradaydık. Biliyorum bunu. Başka ne mi biliyorum? O sesten nefret ettiğimi… Otoriter ve ne bileyim… eeeh! Bir şeyler yapıyorduk. Yapmalıyız. Böyle duramam ben.
ALAYCI: Durmakla ilgili bir sorunum yok benim. İşleri berbat eden her zaman harekettir…
DELİ KADIN: (Elini sallayarak daktilo masalarının oraya gider) Eeeh!
ŞİŞKO: Çalışabiliriz. (Bakar çok güzel bir şey bulmuşçasına.) Tabii ki. Yapacağımız şey bu. Hadi kalkın. Çalışalım bari. Üretim demişti değil mi? Öyle dememiş miydi dışarıdan gelen ses? Yanılıyorsam söyleyin…
GÜZEL KIZ: Ha ha ha. Ne güzel de bir öneri bu böyle. Yemek yiyelim, demek gelmiyor mu aklınıza beyefendi? Açım ben. Hepimiz açız. Tüm dünya öyle.
DELİKANLI: (Kafese konmuş bir kurt gibidir davranışları) Açlık mı? Evet. Öyle bir şey. Ama yemek değil. Bambaşka. Nefret ettiğim bir şeyi sonunda kaybetmişim de bu sefer delice bir arzuyla bağlanmışım, artık onsuz yapamazmışım gibi…
DELİ KADIN: Lafa da bak. Bokunun peşine düşmüşsün demek sen.
HASSAS ADAM: Sıkıldım, hem de çok, ama neden sıkıldığımı bilmiyorum. Ne garip.
ALAYCI: Sıkılmakla ilgili de bir sorunum yok. Her zaman coşkudur işleri berbat eden…
YAŞLI: (Kalkmaya çalışır.) Dışarı… Iıh. Dış… (Yeniden oturur yerine.)
Tangırdar megafon. Hepsi o tarafa dönerler.
MEGAFON: Sizde utanma duygusu yok mu? Daha ne yapalım, ne verelim size? Yatmaktan mı hoşlanıyorsunuz? Akşama kadar çıkmazsanız göreceksiniz neler oluyor. Öhhö öhhö... Son kez uya… (Yine öksürük krizine tutulur)
HASSAS ADAM: Bize mi diyor?
DELİ KADIN: Sana diyor.
ŞİŞKO: İçimizden birine seslendiği açıkça ortada. Ama ben yanlış bir şey yapmış olamam. Övünmek gibi olmasın ama öyle bir karakterim yok. Asla olmadı. (Megafona doğru bağırır.) Kiminle konuşuyorsunuz? Ne demek istiyorsunuz?
DELİKANLI: Bu tonu sevmiyorum işte. Nasıl emir verebiliyor bu herif bize? Kim ki o? Hay Allah! Bir bulabilsem naaptığımı.
HASSAS: Teyp kaydı muhakkak. Kimsenin bizimle konuştuğu falan yok. Hayaletlerle mi savaşıcaz yani şimdi. Ne kadar saçma her şey. Ne kadar sıkıcı!
ŞİŞKO: Heey. Duyuyor musunuz bizi?
DELİKANLI: (Döner yerinde protesto dolu.) Duymak mı? Kim duydu ki bizi şimdiye kadar. Pöh. Oradakiler kimse kim. Önce bizi dinlemeyi öğrenecekler.
ALAYCI ADAM: Önce söyleyecek bir şeyler düşünmek de bir yol. Ah! Bunu bu zamana kadar başaran kimsenin olmadığını unutmuşum.
GÜZEL KIZ: Çıkalım buradan. Sıkılmaya başladım artık.
DELİ KADIN: Burada ne yaptığınızı buldum sizin. Boşboğazlık. Ha ha! Ne âlâ iş. (Alkışlar)
DELİKANLI: (Kıza bakar) Doğru söylüyorsun. Çıkalım o zaman. Soralım bakalım, ne diyecekler yüzümüze. Kimmiş bunlar? Ne dertleri varmış?
ŞİŞKO: Hah, dişe dokunur bir şey söylediniz sonunda. Madem bizim bir fikrimiz yok, fikri olanlara kulak vermemizden daha doğal ne var! Çıkalım tabii ki.
ALAYCI: Peki ama ya aklınız daha da karışırsa gerçekleri duyunca?
ŞİŞKO: Hadi kalkın. Ne duruyorsunuz? Ben söyledim diye tersini yapmak zorunda mısınız her şeyin?
HASSAS ADAM: Korkuyorum ben. Bir düşünelim önce. Niye içerideydik ki o zaman. Şimdi de çıkıcaz ha. Saçma bu. Çıkmamız gerekseydi şimdi dışarıda olurduk.
GÜZEL KIZ: O zaman da içeri girmeye çalışacaktık. Çok doğru.
DELİ KADIN: İçeridekiler, dışarıdakiler, ha orada ha burada, ne fark edecek ki!
DELİKANLI: Cesaret. Gidiyorum işte ben…
DELİ KADIN: (Tutar birden Delikanlı’nın kolundan.) Dur, düşünelim önce.
DELİKANLI: Neyi düşünelim?
DELİ KADIN: Bilmem. (Diğerlerine bakar, anlamsız bir ifadeyle.)
Omzunu silker çoğu. Durur, düşünmeye çalışırlar. Bir dip gürültüsü yükselir az sonra. Ama fazla zaman geçmeden Delikanlı ellerini birbirine çarpıp hareketlenir. Dip gürültüsü anında kesilir…
DELİKANLI: Gelmedi aklıma bir şey. (Diğerlerine bakar.) Ya sizin?
Kafasını sallar onlar, hayır anlamında.
DELİKANLI: Gidiyorum o zaman!
Şüpheli bakışlar atar hepsi birbirine. Delikanlı kapıya doğru bir iki adım atıp durur. Diğerleri de öyle. Bakarlar bir süre. Sonra Delikanlı ilerleyip kapının tokmağına koyar elini. Yaşlı bu arada bir adımı bile zor atmıştır yerinden kalkıp. Yukarıya bakar yardım istermiş gibi…
DELİ KADIN: Titriyor musun?
DELİKANLI: (Ona döner.) Yooo.
ALAYCI: Tokmak titriyordur belki.
Şşşt, diyerek sustururlar onu. Delikanlı, bakmaya devam eder allak bullak olmuş suratıyla. Ne yapacağını bilememektedir. Birkaç kez döndürür bakışlarını bir tokmağa, bir onlara…
HASSAS ADAM: Ya dışarıda hiçbir şey yoksa.
GÜZEL KIZ: Nasıl yani?
HASSAS ADAM: Bayağı işte.
ŞİŞKO: Saçmalama, konuştular ya biraz önce. Hepimizin duyduğu bir şey gaipten mi geldi yani? (Delikanlı’ya ve Alaycı’ya bakar.) Yalan mı?
“Yalan,” diye karşılık gelir tavandaki boşluktan.
Yukarıya bakarlar ve hemen indirirler bakışlarını. Ama Yaşlı oraya bakmaya devam eder.
ALAYCI: Becerilemeyip yine de dinletilen bir teyp kaydı hiç de sürpriz olmaz benim için. Bizim de becerilemese de hayata salınan teyp kayıtları olma ihtimalimiz yüksek.
GÜZEL KIZ: Günlük falımızı okuyabilsek, anlardık belki neler olduğunu.
HASSAS ADAM: (Omzunu silker.) Bana inanın. Sesler aldatıcıdır. Görüntü de öyle.
DELİKANLI: (Bir türlü çevirememektedir tokmağı.) Susun! (Çevirecek gibi yapar. Terini siler. Yine dener. Yapamamaktadır.)
Ortada duran büyük kızıl telefon birden çalar o sırada. Yerinden sıçrar çoğu. Dönüp telefona bakarlar.
GÜZEL KIZ: Birisi arıyor.
ŞİŞKO: Hatırlamıyorum bu telefonu. Yoktu burada. Eminim.
ALAYCI: Neyi hatırlıyorsun ki sen? Asla kötü bir şey yapmayacağını mı?
DELİ KADIN: Birbirimizi de hatırlamıyoruz. O halde yok muyuz biz? Sadece ben olmalıyım burada. Siz yoksunuz. (Karışmış saçları hiç bozulmazken kafasını sallar.)
GÜZEL KIZ: Ben de hatırlamıyorum onu. Doğruya doğru. Buradaki her şey yine de belli bir sıcaklık taşıyor. Ama bu telefon gerçekten korkutuyor beni.
HASSAS ADAM: Kıpkızıl. Söyleyecek çok önemli bir şeyi var gibi duruyor orada. Ama belki aldatmacadır. Sadece kasvet saçan lanetli bir şeydir belki de.
YAŞLI: Aaa… çııın. (Öyle düşüktür ki sesi, duyulmaz bile. Daha çok nefes veriyormuş gibi çıkar.)
ŞİŞKO: Açsanıza biriniz!
DELİ KADIN: Az ye de kendine bir sekreter tut.
Delikanlı tokmağı bırakmıştır. Birkaç adım atar onlara doğru. Hem kararsız hem kafası karışık görünür. Yutkunur. Sonra hızlanıp omuzlarından ittirir ve tam aralarından geçecekken Hassas Adam tutar kolundan.
HASSAS ADAM: Dur! Düşünelim istersen bunu biraz.
DELİKANLI: (Ondan kurtulur.) Düşünecek bir şey yok. Açacağım. Belki birisi bize dişe dokunur bir şey söyler. (Telefon hiç durmadan çalmaktadır bu arada.)
ALAYCI: Demek ki sekreter olan bu arkadaştı daha önce.
DELİ KADIN: Senin gibi korkak olmadığı aşikar.
HASSAS ADAM: Kötü bir his var içimde. Sanki bu telefona bağlı tüm kaderimiz.
GÜZEL KIZ: Önce kapıyı açsak daha mı iyi olurdu acaba? Belki bakmamız uygun değildir.
Telefona yapışır delikanlı. Onlara bakar bir ama bu sefer uzatmaz, kaldırır birden. Kulağına götürür. Geriye çekilir hafif, Güzel Kız’la Hassas Adam. Yaşlı tekrar oturmuş sık sık soluk almaktadır.
DELİKANLI: Alo. Alo. (Diğerlerine bakar çılgın gözlerle) Evet. Kimi aradınız? Beni mi? Buyurun. Hı hı… (Dinler ağzı keyifle yamulurken) Öyle, öyle, doğru. (Birden elini alnına vurur.) Biliyordum. Yani hissediyordum bunu. (Diğerlerine seslenir) Direnmek! Yaptığımız bu. Direniyoruz! Ha ha ha! (Düşünür) Peki ama neye karşı? (Dinler yine can kulağıyla.) Sisteme demek. Sömürülüyoruz ha. (Çaat, diye vurur kabasına) Bunu da biliyordum! Sömürüyorlar bizi. Etlerimizi, ruhumuzu, sevgimizi... Hatırlıyor gibi oldum şimdi her şeyi. Bir not yazmıştım galiba! Pardon siz kimdiniz? Alo, alo! (Gözlerini diğer sakinlere çevirir) Kapattı.
GÜZEL KIZ: (Merak içinde) Kim olduğunu söylemedi mi? Sesi nasıldı?
ŞİŞKO: Direnmek mi? Ne saçma bir laf bu! (Yerinde döner, rahatsız olmuş.) Çok saçma.
DELİKANLI: Söylemedi. Durun ama bir dakika. (Masalardan birine doğru koşar.) Ha ha ha! Hatırlıyorum.
ALAYCI: İşte mutluluğun formülü. Hatırlamak... Unutmak da başka bir mutluluk. (Güler) Sonuç olarak çok mutlu bu arkadaş.
YAŞLI ADAM: (Elini kaldırır zorla.) Dışarııı. (Ayağa kalkmaya çalışır yine beceremez.)
DELİ KADIN: (Bir süredir kafasında bir sürü şeyi ölçüp biçmiş ve kendi kendine mırıldanmış olarak.) İnanamıyorum size! Hatırlamıyor musunuz hâlâ? Buradayız günlerdir. Çıkmayacağız dışarı. Çünkü… Eeee…
GÜZEL KIZ: Çünkü ne? Burada olduğuma inanamıyorum. Direnmek falan istemiyorum ben. Yani. Bana geçerli bir sebep sunun direneyim. Yoksa da susun. (Kibirle başka tarafa döner.) Yapılacak çok işim var.
HASSAS ADAM: Kim ki o? Önce bunu sormak lazım. İsimsiz cisimsiz mi olmalı her şey? Kimliğini açıklamayan insanları dinlemekle mi uğraşacağız burada? Biz bir şey bilmiyor muyuz? Hiçbir görüşümüz yok mu? Var. Tabi ki var. (Kafasını kaşır o da.)
DELİKANLI: (Çekmeceden, aradığı şeyi, kağıdı bularak yerinde zıplar, onlara döner.) İşte. Bakın ne yazmışım.
Yaklaşırlar yavaştan. Bakar bakar delikanlı. Okuyacakmış gibi yapar ama bir türlü okuyamaz.
DELİKANLI: Aranızda Japonca bilen var mı? (Kafalarını sallarlar.) Ama bu çok saçma, ben Japoncadan ne anlarım. Gerçekten saçma. Demek ki ben yazmadım bunu. Eeeh. (Her şeyi boşveren bir el hareketi) Ama hatırlıyorum. Önemli olan da bu.
ŞİŞKO: (Merakla bakar.) Ne hatırlıyorsun?
DELİKANLI: Direnmeliyiz işte. Sömürülüyoruz.
ŞİŞKO: Kim niye sömürsün ki bizi canım? Neyimiz var.
DELİ KADIN: Çalışıyoruz ya işte. Köpek gibi çalışıyor olmalıyız. Bu dünyadaki hiçbir şey bize ait değil. Daha sen anlama, kaz kafa! Hiçbir kararı kendimiz almıyoruz. Şu anda da öyle. Eeeh. (Kolunu sallayıp çıkar işin içinden.) Anlamazsanız anlamayın, bana ne!
DELİKANLI: Tabi ya! Haklarımızı elimizden almak istiyorlar. Buradan çıkaracak başka bir yere atacaklar bizi. Halbuki burada bir işimiz olmalı. Çalışıyor olmalıyız burada. (İçeriye bakar.) Güzel bir yer sonuçta.
ALAYCI: Herhangi bir hakkınız olduğuna emin misiniz? Hak verilmez alınır. Ne verecek görüyorum ne alacak ortalıkta.
GÜZEL KIZ: Ben de sevdim burayı. Başka bir yere gitmek istemem doğrusu da, sadece burada da hayat geçmez. Yaşamak da lazım. Dışarıda neler var acaba?
Oturduğu yerden, aşağıya düşer yaşlı adam. Eliyle bir şeyleri işaret etmeye çalışır. Sürünür biraz. Sonra düşer kafası yere. Ölüvermiş gibi kalır. Onunla ilgilenmez yine kimse.
HASSAS ADAM: (İsyan etmiş bir tavırla döner) Dışarıda kimse yok. Bence öyle. Hatta eminim bundan. Kendi kendimize bir şeylere direnmeye çalışmak ne kadar saçma. Böyle konuşmayalım. (Ağlayacak gibi.) Gerilimden başka bir şey yok dillerinizde.
ALAYCI: Bir de şöyle düşün. Madem sadece biz varız ortalıkta. Biz direnmezsek kim direnecek?
DELİKANLI: (Onları duymazmış gibi) Vay be! Ne güzel. Burada birleştik demek. Ha ha! Bir şeylere karşı koymak için birlik olduk. (Kapıya doğru bir iki adım atıp döner.) Duvar ördük. Sistem, dedi o. (Düşünür bir an.) Sistem! Biliyordum. Çıkmamalıyız. Ne öneri getirirlerse getirsinler. Kötülüğümüzü istiyorlar. Başka ne ister ki onlar? Seslerinin tonunu duymadınız mı?
ALAYCI: Ne derler. İnsanlar sağırsa, şeytan, bazen megafon kullanmak zorunda kalabilir.
ŞİŞKO: Sistem çok komik bir laf değil mi sizce de? Organik bir yapıdan mı bahsediyorsunuz yani? Düşman yaratmak için uğraşılıyor gibi geldi bana.
DELİ KADIN: Hah. Korkuyor bunlar. (Delikanlı’ya bakar.) Sorunun ne olduğunu buldum be. (Ellerini birbirine vurup, kart sesiyle güler.) Buradaki tek bir kişi bile hiçbir şey hatırlamak istemiyor. Bir sen bir ben hariç. Görmüyor musun? Şu megafona nasıl da yalanarak bakıyorlar.
DELİKANLI: (Kendine kızarak ve düşünmeye gömüldüğü için Deli Kadın’la hiç ilgilenmeyerek.) Gerçekten de salak olmalıyım. Yoksa niye unutayım ki bu kadar önemli şeyleri? Neden beynimiz bomboş uyandığımızı kim söyleyebilir bana?
ALAYCI: Her gün her şeyi unuturuz ama kimse bilmez bunu. Yaşamak için başka çaremiz var mı? Unutmayı bilmeyen nasıl yaşar?
DELİ KADIN: Sonunda kedi olalı bir fare yakaladı, havalı bok! Gerçek bu işte. Bir şekilde unutturuyorlar yaptıklarını. (Delice bir gülüş patlatır) Her gün, beynimiz süngere dönmüş, bir gerzek gibi aynı beş para etmez günü yaşamamızı istiyorlar. Naaah! Avuçlarını yalayacaklar.
DELİKANLI: (Alaycının omuzlarına yapışır) Sen de hatırlıyorsun değil mi bir şeyler? Söyle!
ALAYCI: Hatırlamak istemediğim her şeyi hatırlarım ben. Hatırlamak istediklerimiyse unuturum. Ne kötü.
ŞİŞKO: Ne var canım hatırlamakta. Çıkın dediler işte. Kapatacaklar burayı herhalde.
HASSAS ADAM: (Kulaklarını tıkar.) Duymak istemiyorum bunları. Susun lütfen.
GÜZEL KIZ: Saçma. Hem de ne biçim. Bizi de kapatacaklar o zaman.
ŞİŞKO: Ama niye kötü olmalı ki bu? Belki bize daha iyi imkanlar sunacaklar. Mutlu muyduk ki burada? Pöh. Hiç sanmıyorum. Hep kötü tarafından düşünmeye alışmışız.
DELİ KADIN: Seni salak. Donuna kadar soyarlar senin gibileri, kürkle dolaşıyorum sanarsınız.
Bu arada Yaşlı Adam birden uyanır telaşla, başka bir yere doğru sürünmeye başlar. Çok ama çok yavaştır.
ALAYCI: Şu anda ucuza en verimli ve en sık kullanılacak şeyin biz olduğumuzu söyleyebilirim. Bize şöyle bir bakan herkes anlar bunu…
HASSAS ADAM: Susun lütfen. Keşke hatırlamasaydık hiçbir şey. Öööf!
DELİKANLI: Bizimle alay edemeyeceklerini anlayacaklar. Her şey bize bağlı. El ele verdik mi, kimse bizi yıkamaz. Kullandırtmayacağız kendimizi. Burada çalışıyorsak bizsiz onlar bir hiç demektir.
ŞİŞKO: Öyle mi acaba? Niye ihtiyaçları olsun ki bize. Dışarıda bizim gibi milyonlarcası vardır.
DELİ KADIN: Kendi adına konuş, salak!
ŞİŞKO: (Tersleşmeye çalışır.) Daha ne yaptığını bile bilmiyorsun.
ALAYCI: (Şişko’ya bakarak.) Boşuna uğraşma, senin megafonun yok, sözlerin değersiz.
DELİKANLI: Dünyayı herkesin kolayca altından kalkacağı vasıfsız işlerle doldurdularsa bu bizim suçumuz değil herhalde. Hem dışarısı beni ilgilendirmiyor. Burayı ele geçirdiğimiz ortada, güç bizde olmalı.
GÜZEL KIZ: Neyse ne, işimi kaybetmek istemiyorum ben. Başka neyim var bu dünyada? Kocam mı? (Omzunu silker) Vardır belki. Ama onun için ne farkı olacak ki? Ya çocuğum varsa. O da büyüyünce işsiz kalacak demektir bu. Ya torunum. (Umutsuz bakar diğerlerine.) Birisi ne yapmamız gerektiğini söylesin. Dışarı çıkmak daha iyidir belki.
HASSAS ADAM: (Ayağını yere vurur pat diye) Kayıplardan bahsetmek zorunda mısınız illa.. Ne kadar acımasız… İş ha! Ailemiz nerede peki? Arkadaşlarımız nerede? Sevgililerimiz nerede? Hayat nerede? Bizi niye tıktılar buraya. Nasıl kaybettik her şeyi. Ama hayır. Bahsetmeyeceğim bunlardan.
DELİKANLI: Sistem ne komik laf, değil mi? (Yaklaşır Şişko’ya doğru) Anlıyor musun şimdi neler olduğunu. Yaşamımızı elimizden alan ne düşünsene biraz. (Herkese bakar.) Numara yapmayın, en azından ezildiğimizi çok iyi hatırlıyoruz. Buradayız. Öfkeliyiz. Direneceğiz. Çünkü köşeye sıkıştık. Siz de öyle. Yoksa niye benim yanımda olasınız ki?
DELİ KADIN: (Yere tükürür) Bakınıyorlar işte. Bu işten bir şekilde sıyırabilir miyiz diye bakıyorlar. Çakallar. Bizi satmakta bir an bile tereddüt etmez bunlar.
Güzel Kız ağlamaya başlar.
HASSAS ADAM: Yeter! (Kulaklarını tıkamak ister. Sonra açar.) Kapatın çenenizi. Dayanamıyorum. Hayat çok acımasız.
GÜZEL KIZ: (Öfkeyle bağırır delikanlıya) Derdiniz ne sizin? Üzmek mi istiyorsunuz bizi?
ALAYCI: Peki gerçeklerle derdiniz ne sizin. Tanrıyı üzmek mi istiyorsunuz?
ŞİŞKO: Bravo (Alkışlar diğerlerini) Sözcüklerin içini nasıl da boşaltıyorsunuz. Tartışmadan, irdelemeden, karşıdakinin fikrini dinlemeden. Direnmek, sistem, sömürü, ezilmek deyip bütün komplekslerimizden kurtulalım. Oh ne ala!
Bu arada Hassas Adam, yürüyüp üst kata çıkmaya başlamıştır.
DELİKANLI: (Yaklaşıp bakar Şişko’ya.) Bu yüzden mi buradasın sen? Kuşkuların bir sel gibi coşkumuzun üstünü örtsün diye mi? Yoksa çaresizlikten mi? (Şişko kafasını eğer.) Belki de korkak olduğundandır.
DELİ KADIN: (Güler delice) Almıyorlar onu aralarına. Yoksa durur muydu buralarda…
ŞİŞKO: Ben ben… (Kurtulur Delikanlı’nın elinden) Saçmalık tüm bunlar. Ama çıkmayacağım dışarı. Çünkü sizinleydim ben. Evet. Kimseyi satacak değilim.
Deli Kadın alaycı bir gülüş patlatır.
İhtiyar kalkmaya çalışır. Ayakta sallanarak durur. Bir çok kez düşecek gibi olur, tir tir titrerken. Sonra oturuverir bir yere. Kapıyı göstererek bir şeyler söylemeye çalışır ama başaramaz. Nefes nefesedir.
ALAYCI: Bakın arkadaşlar, ilkedaşlar, bürodaşlar, sohbet yoldaşlarım. (Parmağı havada uzaklaşır biraz) Birazdan çok önemli bir şey olacak. Olabilecek en ilginç şey. Ama hayatımız bir nebze bile değişmeyecek. Hazır mısınız buna?
DELİKANLI: Ben her şeye hazırım.
İHTİYAR: (Zar zor.) Ben…
DELİ KADIN: Pöh!
GÜZEL KIZ: (Başı yukarıda.) İşte. Söylemiştim. (Eliyle yukarı katı gösterir.) Ya da kendi kendime mi söyledim, tam bilmiyorum aslında. Bilinçaltımla konuşmayı bırakmalıyım. Heeey, in oradan. Naapıyorsun?
Herkes Hassas Adam’a bakar.
HASSAS ADAM: (Yukarıdan bağırır.) Bu saçmalığı bitirmenin zamanı geldi. Bıktım. Yaşamdan da sizden de, şu kahrolası direnmek zırvalığından da. (Sinirli bir gülüş patlatır.) Sahte umut pazarlayıcıları!
ALAYCI: Diğer tarafa o kadar güvenme bence. Gelen haberler iyi değil.
DELİKANLI: Hah, sorunlardan böyle kaçmak istiyorsan sen bilirsin. Hiçbir şey demeyeceğim. Naaparsan yap.
GÜZEL KIZ: (Konuşanlara öfkeyle) Canavarsınız siz! Sisteme laf edenlere de bakın. İyi bir insanı ne de kolay harcıyorlar.
ŞİŞKO: (Elini Hassas Adam’a doğru uzatarak.) Dur, konuşalım. Seni yaşamdan koparan ne? Her şeyin bir çözümü var. (Kafasını kaşır.) Hımm, ölmek de bunlardan biri ama…
DELİ KADIN: Ne zaman yaşamın içine girdi ki o? Her yer aynayla dolu sanki. Bir tek kendini görüyor. Sorunu ne biliyor musunuz, başkalarının onu görmemesi.
HASSAS ADAM: (Aşağıya bağırır.) Haktan hukuktan başka bir şey bilmiyorsunuz. Güzellikler nerede peki? Sanki biraz daha fazla para verseler sanata, mutluluğa, huzura boğulacağız. Anlamıyor musunuz. Bitmiş her şey. Umut yok artık.
DELİKANLI: Atla o halde. Bari bu eyleminde kararlı ol.
ALAYCI: İntiharı küçümsemeye kimsenin hakkı yok. Sadece güçlüler girebilirler onun koluna.
DELİ KADIN: Hah! Düşünmek ne parayla ne cesaretle. Hele ki konuşmak!
ŞİŞKO: Bence hemen karar verme. Dışarıdan gelecek önerileri bekle. Belki bize mutlu bir yaşam vaat edecekler. Belki değişti şu sistem dedikleri.
DELİ KADIN: (Güler abartılı) Oradan çocuğu atsalar yine ölmez avanak. İn aşağı.
Hassas Adam, arkasına dönüp darağacı urganını alıp yine o tarafa döner. Başına geçirir. Diğerleri şaşkın birbirlerine bakarlar. Hassas Adam kararlı olma gayretiyle aşağıya bakar.
DELİKANLI: Her şeyi düşünmüşler bizim için.
ALAYCI ADAM: Yokoluş için hazırlıklar tamam. Kalkışa ve ani çöküşe hazırız. Önümüzdeki tek engel direnmek…
Megafon tıngırdar yine. Öksürük başlar önce.
MEGAFON: (Müthiş bir gürültüyle.) Dikkaaat. Hazırol!
Hepsi hazırola geçer anında. Yaşlı Adam da dikilir ayağa. Hassas Adam da. Ama dengesi bozulmuştur. Zar zor toparlar kendini, düşmekten son anda kurtulur.
MEGAFON: Tek sıra olun. Kapıya paralel. Boy sırası. Marş marş!
Onlar koşuştururken Hassas Adam kendini aşağı atar, ani bir kararla. Önce kasaya, sonra yere. İpin bir metre kadar, kısa bir şey olduğu da böylece çıkar ortaya. Küt diye ayaklarının üstüne inip ip boynunda sıraya koşar.
MEGAFON: Öhhö. Öhö! İçeriye bir temsilci yolluyoruz. Sadece isteklerinizi dinlemekle kalmayacak, onları niye yerine getiremeyeceğimizi de anlatacak sizlere. İyi dinleyin ve lütfen şunu unutmayın: Ne yapıyorsak sizler için yapıyoruz. Halkımızın refahı ve mutluluk öhhö öhhö…
ŞİŞKO: Gördünüz mü? (Memnun bir ifadeyle kafasını sallar.)
Yine öksürüğe boğulur megafondaki ses. Kayıt kapanır.
DELİKANLI: (Sıradaki tiplere bakar, sonra birden onları ittirip, bozar sırayı) Hey! Neyimiz var bizim, benim, sizin! Kendinize gelin. Kimse bize böyle emir veremez. Ne hakkı var!
Bir süre kararsız bakışırlar…
ŞİŞKO: Ya babamızsa konuşan?
GÜZEL KIZ: Ya ilkokul hocamızsa?
HASSAS ADAM: Ya Tanrıysa?
DELİ KADIN: Ben ev sahibim sanmıştım. (Kafası karışmış, gülmeye çalışır)
ALAYCI: Ya iyiliğimizi isteyen tehlikeli bir deliyse?
YAŞLI: Ben… (Yığılır yere. Kıç üstü oturur kalır.)
DELİKANLI: Tiksiniyorum otoriteden. Ona itaat edenler de midemi bulandırıyor. (Bağırır) Duyuyor musunuz beni? Boyun eğmiycem buna.
ŞİŞKO: (Sıradan çıkıp ellerini açarak onları dikkate davet eder.) Kimsenin bizden itaat beklediğini zannetmiyorum. Dikkatimizi çekmeden nasıl dinlenmelerini sağlayacaklar söyler misiniz? Hem lütfen konuya dönebilir miyiz şimdi. Etrafı toparlamayı öneriyorum. Misafirimiz geliyor.
DELİ KADIN: (Bir kahkaha patlatır.) Bez hazırla bari. Kıçlarını da silersin.
HASSAS ADAM: Söylüyorum size, hiç kimsenin geleceği yok. Kafamızda yaratıyoruz her şeyi. Orada olan sadece koca bir boşluk. Bunu ben de biliyorum siz de!
ALAYCI: İp bir yere bağlı olsaydı sözlerine inanabilirdik. Görmüş geçirmiş biri olacaktın o zaman.
DELİKANLI: Savaşmaktan korkup mistik kaçışlara sığınmak ne kadar da kolay. Zulüm, baskı, işkence. Hepsi var bunların. Devekuşu gibi kafanızı kuma gömseniz de böyle bu. (Güler sinirli.) Boşlukmuş!
GÜZEL KIZ: Dışarıda birileri varsa bile ben bizimle ilgilendiklerini zannetmiyorum. Onların ilgisini çekebilecek neyimiz var ki?
DELİ KADIN: Dalkavukluğunuz, salaklığınız, itaat içgüdünüz yetmez mi?
HASSAS ADAM: (Koluna bakar.) Bir saat de vermediler. Ya gelsinler ya da rahat bıraksınlar öleyim. (Boynundaki ipi çekiştirir.)
DELİKANLI: Kimse gelmeyecek, görürsünüz. Bizi kandırmanın peşindeler. Hakkımızı vermenin değil.
DELİ KADIN: Kim girerse girsin şu kapıdan, en iyisi saçlarını yolmak, kıçına da bir tekme patlatmak…
ŞİŞKO ADAM: (Diklenir.) Gelmelerini istemiyorsunuz ki. Sızlanıp durmak yetiyor size. Kabul edin. Başka türlü zevk alamıyorsunuz hayattan. Direnmekmiş! Sizin kendi benliğinizle sorununuz var, başkasıyla değil…
Delikanlı koşturup şişkonun yakasına sarılır. Sarsar havaya kaldırarak.
DELİKANLI: Öyle mi? Bana hayattan nasıl zevk alınır göster o zaman. (Bekler sarsıp dururken.) Yapamıyor musun? Ben çok iyi biliyorum ama. Seni gerizekalı!
GÜZEL KIZ: Bırak onu.
DELİ KADIN: Vur ağzına bir tane.
ALAYCI: Dikkatli ol. İkiniz aynısınız. Kendini dövmüş olacaksın.
ŞİŞKO: Bırak beni. Bırak. İlkellik bu. Bırak.
Hassas Adam gözlerini kapatmıştır hemen.
Ve yere bir kalp düşer. Kanlı, koca bir kalp. Delikanlı ilkönce yere bakar şaşkın. Sonra eğilir, Şişko’yu bırakarak. Kalbi havaya kaldırıp bakar. Tiksinip savurur sahnenin dışına doğru.
Yaşlı ayağa kalkmaya çalışır bu arada ama beceremez. Tekrar oturur. Bir şey söyleyecek gibi olur, vazgeçer.
DELİKANLI: Bu da ne? Atıyor resmen. Allah kahretsin!
DELİ KADIN: Kalbini bıraktı. Öyle baş ediyor olmalı zorluklarla.
ŞİŞKO: (Yere çöker, avuçlarını gözlerine dayar. Gömleğinin önü kan içindedir artık. Ağlar gibi yapmakta ama becerememektedir.) Delisiniz siz. Kimseye acımanız yok!
GÜZEL KIZ: Sıkıldım tüm bu çekişmelerden. Her an dışarıya çıkabilirim, söyleyeyim.
ALAYCI: Sen dışarı çıkabilirsen orası gerçekten yok demektir.
Güzel Kız, bozulmuş bir tavırla hızla gidip kapının koluna yapışır. Açmaya çalışır ama başaramaz. Kökleyip durur.
HASSAS ADAM: Hani nerede peki Temsilci? Gördünüz mü? Söylemiştim size. Beynimizin esiriyiz hepimiz.
YAŞLI: (Bir elini kaldırır oturduğu yerden.) Ben… (Öflerken denetimsizce yere devrilir.)
GÜZEL KIZ: Hapisiz burada. (Hassas Adam’a döner) İnanıyorum sana. Evet. Peki ama parola ne? Bir şifresi, onu aktive edecek gizli bir sözü vardır her şeyin…
Kulaklarını elleriyle kapar Hassas Adam bu sefer. İpin ucunu alıp bir kasanın altına sokar. İleri doğru koşturur ve ip gerilince kıç üstü oturur kalır. İp de çıkmıştır kasanın altından.
Şişko kalkar, gözlerinin yaşını siler.
HASSAS ADAM: Ölememek ne acı! Tanrı kimseye vermesin böyle bir ceza.
Gülmeden, ciddi ciddi bakar herkes. Kalkar Hassas Adam. Onlar yerine yukarıdaki boşluktan bir ses güler bu olaya.
Oraya bakarlar yine anlamsız gözlerle, sanki bir şey duymamışlar da sadece hissetmişler gibi. Sonra indirirler bakışlarını.
ALAYCI: Tanrının yokluğu da kanıtlandı böylece. Olsaydı bunca çabaya acır, alırdı bu bedbaht adamı yanına.
Ve o anda tak tak tak, diye vurulur kapı. Hepsi donakalır o tarafa dönüp bakarken. Bazıları geriler. Güzel Kız yana atar kendini korkuyla. Ve görüntü donar. Yani donakalmış gibi öylece dururlarken kararır ortalık.
Yazı iner yukarıdan.
“TEKLİFLERE AÇIK SOSYAL ADALET KOMİSYONUNDAN AHLAKSIZ ZİYARETLER”
Hareketlenirler yine ortam aydınlanırken.
ŞİŞKO: Kapı çaldı.
DELİKANLI: Ben de duydum.
HASSAS: (Çatlak sesiyle) Hayır çalmadı. Saçmalamayın. Kalbimizin yankısından başka bir şey değildi bu.
YAŞLI: (Yerde dönmüştür sevinçle) Giirr. (Sesi kısıktır, duyulmaz.)
DELİ KADIN: (Hassas Adam’a hışımla bakarak) Çalmadı mı? Seni salak. Seni, çürümüş kalbini kulağından üstün tutan avanak.
ALAYCI: Sistem kapıyı çalıyorsa burası ona ait değil demektir. Alelade bir misafir, hepsi o…
ŞİŞKO: (Heyecanlanmıştır.) Misafir mi? Temsilci bu. İletişim kuracak bizimle!
Tak tak tak.
DELİKANLI: Niye girmiyor peki?
HASSAS ADAM: (Kulaklarını iki eliyle iyice bastırarak kapatmış durur yine.) Çünkü yok. Yok!
ŞİŞKO: Girecek. Burada böyle amaçsız pineklememize izin vermeyecekler. Bir amaç gösterecekler sonunda. (Abartılı bir gülüşle elini göğsüne yerleştirir.) Bakın yine atmaya başladı kalbim.
DELİ KADIN: O halde davet etsene! (Bağırır) Giiir! Seni Allahın belası. Gir hadi!
GÜZEL KIZ: (Parmağını ağzına koyarak) Dur! Paspas yok eşikte!
Beklerler korkuyla. Alaycı kollarını kavuşturmuş rahat bir gülüşle bakmaktadır. Gerçekten de açılır kapı. İğrenç gıcırtılarla aralanır. Sonra bir kafa uzanır oradan. Güler gevşek gevşek. Birbirlerine bakar içeridekiler. Sonra yine Temsilci’ye.
TEMSİLCİ: Merhaba efendim. (İçeriyi tarar pişkin suratıyla.) Ehem. Sizi görmek ne güzel. Pek hoş pek akıllı insanlara benziyorsunuz. Bu kadarını beklemiyordum doğrusu. Girebilir miyim izin verirseniz?
DELİKANLI: (Tehditkar) Gir dedik ya!
HASSAS ADAM: (Gözlerini kapatmaya çalışarak.) Kimle konuşuyorsunuz orada? Ben hiçbir şey görmüyorum.
TEMSİLCİ: (Hemen içeri dalar ve çevreyi gözden geçirir. Bileğine kelepçelenmiş çantayı açıp kağıt kalemi çıkarır. Azıcık saçı sağdan sola doğru taranıp keli kapatılmaya çalışılmış, ucuz bir takım elbise üstünde. Paçaları yukarıda. Pabuçları kocaman. Göbekli.) Hımm. Evet. Eşyalar yerli yerinde. Daktilolar, televizyon. Tabii ki canım. Nereye gidecekler ki? He he. (İçeridekilere de bakar.) Sizde de bir hasar yok. Tanrı hepinize gani gani sağlık versin. Kendinize zimmetli olduğunuzu biliyorsunuzdur herhalde.
DELİKANLI: (Öne doğru bir hamle yapar.) Ne istiyorsun be! Kimsin sen?
TEMSİLCİ: (Kağıdı kalemi cebine tıkıştırarak döner. Ellerini arkasında kavuşturup volta atmaya girişirken, çok önemli şeyler söyleyecekmiş havasında burnunu kaldırır, dudaklarını ıslatır. Göbeğini okşar.) Kim miyim? Bu çok mühim soruyu sorma becerisini gösterdiğiniz için size müteşekkirim beyefendi. Megafondan da iletilmiş olmalı. Temsilciyim ben. Öhö. Tam olarak görev tanımım ise şu: Halk Memnuniyeti ile Sosyal Adalet Mekanizmalarında Çürümeyi Dengeleme Komisyonu genel sekreteriyim; açık ve net olarak. Yani, zeki olduğunuz her halinizden belli, gözleriniz pırıl pırıl, tabii ki anladınız: Sizin memnuniyetinizi sağlamak için buradayım…
Herkes kafasını sallar düşünceli. O kıçını döner insanlara. Ayaklarının üstünde yükselir bir. Hassas Adam’ın yanına gelmiştir ve o, parmağını dokundurup gerçek olup olmadığını anlamaya çalışır Temsilci’nin. Dokunsa da pek emin olamaz bundan.
Diğerleri adım adım gerilemektedir, Temsilcinin hareketlerine bağlı olarak.
Yaşlı yine ayağa kalkmış, tir tir titrerken bakmaya çalışmaktadır.
TEMSİLCİ: (Döner birden) Kendimi önemsemeyi pek sevmem ama başkanlığını yaptığım başka kuruluşları da saymak isterim size? Pekala… merak ettiğiniz her halinizden belli… “Ranta Açık Yoksul Semtleri Finans Merkezine Dönüştürme Bakanlığı” mesela. (Güler şişinerek) Bazıları bize çamur sıçratmak derdinde ya, yok insanların evlerine konuyormuşuz, yok tarihi semtlerin şeyini şaapıyormuş falan, biliyorsunuz işte, milletin ağzı torba değil, hah, kimse de çıkıp, açlıktan nefesi kokmuş, devletimizin önlerine koyduğu o geniş imkanlara rağmen para kazanma becerisi olmayan, afedersiniz ama bir takım asalakları güzelim apartmanlara taşıdığımızı, dış sermayeden ülkeye anasının yüküyle para sokup yine bu, çok afedersiniz, vasıfsız kitleye hizmet sunduğumuzu dillendiren yok. Keza, Vatandaşları Genetik Yapısına ve Siyasi Seçimlerine Göre Fişleme komisyonunda yaptığım hizmetler de ortada. “Bir Kişi Ne Hak Ederse Onu Fazlasıyla Bulacaktır, Yeter ki Tanrıya İnansın,” sözümü Adalet Bakanlığı koridorlarında görmüş olmalısınız zaten… Neyse lafı da uzattık…
DELİ KADIN: Seni gidi akbaba. Seni şarlatan. Şu ağızlara da bak.
ALAYCI: Beyefendi bir kartvizit yumağı. İşi de işsizlik anlaşılan.
TEMSİLCİ: Pek yerinde bir teşhis. O yüzden buradayım ya. Ayıptır söylemesi, “Çalışanların İllegal Rahatsızlıklarını Yerinde Bertaraf Etme, Sisteme Koşulsuz Uyumlarını Sağlama Komisyonu” üyesi de olduğum için, vicdanım el vermedi, hemen koştum geldim diyelim.
ALAYCI: İşsizliğin bir sebebi de bütün işleri sizin yapmanız olmasın?
DELİKANLI: (Kolları kavuşuk, inatçı bir duruşla.) Dışarı çıkmayacağız. Sonuna kadar direneceğiz. Büyüklerine git bunu de. İşte o kadar.
DELİ KADIN: Kuyruğun olsa teneke de bağlardık. Bunu da söyle.
ALAYCI: Biz zaten dışarıdayız, hep öyle olduk. Söyle bunu da, ki kafaları karışsın.
Şişko sinir içinde güler, kafasını sallayarak.
TEMSİLCİ: (Delikanlıya yaklaşır, Deli Kadın’a da bakar sonra.) Amacınız ne, sorabilir miyim peki? Niye direniyorsunuz, neye direniyorsunuz ve niçin direniyorsunuz? Birini cevaplayın en azından.
DELİKANLI: (Kafasını kaşır yine, sonra da çenesini.) Dilimin ucunda, bulacağım mutlaka. Neyse daha zamanımız var zaten. Sadece şunu bilin. Bir adım bile gerilemeyeceğiz karşınızda.
DELİ KADIN: Ha şöyle. (Elleri belindedir.) Bunu iyi belleyin.
ŞİŞKO: Bir dinlesek nasıl olur peki? İnsanlar konuşa konuşa anlaşmaz mı? Ne biçim insanlarsınız siz. Demek istediğim, adamcağız ayağımıza kadar gelmiş. Hem bizim iyiliğimizi düşündüğü ne kadar da belli. İşini gücünü de bırakmış. Sağolun beyefendi. Yorduk sizi de, kusurumuza bakmayın. Bizim dışarı çıkmamız gerekirken…
TEMSİLCİ: Ne münasebet. Ne demek. Olur mu hiç öyle şey. Allaallaaa! (Üst üste yüz mimikleri, tripler.) Biz, efenim, nasıl diyim, çalışanımızın, evine, afedersiniz ama belki de tuvaletine kadar gideceğiz hizmet götürmemiz gerekirse… Fakat, şimdi boş lafları bırakıp bir an önce ortak çıkarlarımıza yoğunlaşalım. Şunu da bilmenizi isterim bu arada. (Çok önemli bir şey söyleyecekmişçesine gözlerini kısıp bir an bekler.) Dedemin anneannesinin kız kardeşi de yoksulluk çekmiş bir zamanlar. (Ciddi ciddi süzer herkesi) Halinizden anladığımı dile getirmeye çalışıyorum... (Yine parmak uçları üstünde yaylanıp pantalonunu çekiştirir.) İsterseniz şöyle ilerleyelim. İlkönce siz söyleyin isteklerinizi, şikayetlerinizi falan da neler yapabileceğiz bir bakalım. Buyurun… Kim başlamak ister?
Parmak kaldırır Güzel Kız hemen. Sonra da hepsi birden. Yaşlı da parmak kaldırmak ister ama hali yoktur.
TEMSİLCİ: Evet, buyurun! (Güzel Kız’ı seçer)
GÜZEL KIZ: Ben ne söylersem söyleyeyim, önemsenmesini istiyorum. En azından birazcık…
TEMSİLCİ: Güzel, başka?
GÜZEL KIZ: (Gözlerini kocaman açar.) Bu kadar. Yani şimdilik. Uyandığımdan beri kimsenin beni dinlemediğini fark ettim de. Can sıkıcı bir şey bu..
TEMSİLCİ: O zaman söylediğiniz şeyi şu anda ben bizzat önemsiyor ve şunu açık ve net izah etmek istiyorum: Kolayca çözülecek bir şey isteğiniz. Direnmenize falan hiç gerek yok. Ya siz? (Şişko’ya sorar.)
ŞİŞKO: Eeee. Ben. Önce sizin ne sunacağınızı bilmek isterdim.
TEMSİLCİ: İsteğiniz bu demek?
ŞİŞKO: Evet.
TEMSİLCİ: Bu da kolay. Evet siz? (Alaycı’yı işaret eder.)
ALAYCI: Ben, bilinçaltımın derinlerinde yatan gerçek isteğimin ne olduğunu bulmak istiyorum. O saf, o katışıksız, o yalansız dolansız saçma istekten bahsediyorum.
TEMSİLCİ: Hımm. (Yaylanır) İlginç bir talep bu tabii ama yapabiliriz sanıyorum. (Güler) Tabi canım. Hiç şüphem yok aslında. “Kutsal Kitaba Bağımlı Bağımsız Açık Toplum Psikiyatristlerimiz” için çocuk oyuncağı olacaktır bu. Ya siz?
DELİ KADIN: Benim tek dileğim senin gibi tiplerin çöplüğe düşmesi, acılar içinde sürünmesi beyim. Anladın mı beni? (Tükürür yere, pis bir bakışla.)
TEMSİLCİ: (Güler abartılı) Çok şakacısınız. (Bir kahkaha daha atar. Parmağını sallar ardından.) Ama tehlikeli bir istek değil mi bu canım. Benim iflahımı kestiniz diyelim, sizinle kim ilgilenecek o halde? (Deli Kadın’ın kendi kendine söylenmesini takmaz.) Fakat yine de değerlendirilecektir isteğiniz, emin olun. Ya siz beyefendi?
HASSAS ADAM: Ben ölmek istiyordum ama… (Ezilir büzülür) Bu sizi sıkıntıya sokacaksa…
TEMSİLCİ: Anlıyorum. Tabi. (Kafasını sallar bilmiş.) Önerilerimi dinledikten sonra nasıl bir yaşam sevinciyle dolacağınızdan henüz haberdar değilsiniz. Normal. (Pantalonunun kasık bölümünü çekiştirir.) Benim İntihara Meyilli İnsanların Hayata Uyumunu Sağlama ve Tekrardan İş Gücüne Dahil Etme Komisyonu yardımcı sekreterlerinden olduğumu da bilmiyorsunuz. Tabi bu komisyonun ikiz kardeşi; “Toplumu Toplu İlaç Kullanımına Teşvik Etme” komisyonunun asil üyelerinden biri olduğumu da... Neyse, metin olun arkadaşım. Bir kabusun içinde yaşıyorsunuz. Sizi gerçeklerin umut dolu yüzüyle tanıştırmanın zamanı geldiğine inanıyorum. Ne demişler, zorluklar aşılmak içindir. Hele ki böyle basit sorunlar… (Güler küçümseyerek.)
HASSAS ADAM: Çok teşekkür ederim. Şimdiden bir yaşama sevinci düştü gönlüme. (Göğsünü tutar coşku dolu bir yüzle) Daha çok bir acı aslında. Ama tatlı bir acı…
TEMSİLCİ: Ya siz?
DELİKANLI: Ben ha? Demek son sıraya düştüm. Bunun bir tesadüf olmadığı belli tabii ama yine de küsecek, kırılacak, darılacak bir tip olduğumu zannedenler aldanır.
Pişkin bir gülümsemeyle beklemektedir Temsilci. Diğerleri dikkatle Delikanlı’ya bakmaktadır. Yaşlı yine kalkmaya davranır. Daha da sinirli devam eder Delikanlı.
DELİKANLI: …(Kıstıkça kısar gözlerini) Dinle o zaman. Ne istiyorum biliyor musun! İşte söylüyorum… Eee. İstediğim…
Düşünür bir süre. Yere vurur hırsla ayağını. Çevresinde döner. Çıkaramamaktadır.
TEMSİLCİ: (Diğerlerine bakar) İsteği bu mu?
GÜZEL KIZ: Sözsüz istekleri de kabul ediyor musunuz?
ŞİŞKO: Ne kadar saçma bir soru. Aramızda sağır dilsiz olsa naapacaklardı?
DELİKANLI: Hah, çok komik! Bir dakka süre verin bana, bakın neler isteyeceğim.
TEMSİLCİ: Bilmem ki? Arkadaşlarımızı bekletip sıkmasak daha iyi değil mi? Çok önemli bir isteğiniz olsa şap diye söylerdiniz bence.
Kıvranmaya devam eder Delikanlı.
DELİKANLI: Biliyorum. Ne istediğimi biliyorum. Tabii ki. Kim bilmez? Salak değilim ben. Hayır! (Duvara bir tekme atar. Yere çöker. Karnını tutarak sallanmaya başlar.)
Bakarlar bir süre ne diyeceklerini bilemeden.
HASSAS: Biz de çöksek bir yardımı olur mu acaba?
ALAYCI: Bu konuda yapılmış herhangi bir bilimsel araştırma olduğunu zannetmiyorum.
DELİ KADIN: Ben hiçbir zaman hiçbir şey için çökmedim, bundan böyle de çökmem.
GÜZEL KIZ: Romatizmam var desene…
TEMSİLCİ: Olur mu canım, madem başka türlü konuşmayacak, yardım edicez tabii, haliyle, normal olarak. Lütfen.
Hep birlikte çöküp elleri karnında Delikanlı’yı taklit ederek sallanmaya başlarlar. Deli Kadın çökmez, inatçı bir pozda durur orada.
Birden megafon tangırdar. Hepsinin kafaları o tarafa döner.
Enternasyonal marşı başlar. Bir an sürer. Sonra kesilir.
MEGAFON: Bu ne rezalet! Ne cüret! Kim, nasıl?
Başka bir ses “Ama,” derken, birisi de bir başkasına “Çabuk çabuk,” diye bağırırken ve koşuşturma sesleri gelirken kapanır yayın.
Ağır ağır kalkar delikanlı. Gözleri çakmak çakmaktır şimdi. Çömelmiş ona bakan diğerlerini küçümseyerek bir bir süzüp Temsilci’ye kilitlenir.
DELİKANLI: (Ağzından neredeyse tükürükler saçarak) Hakkımı istiyorum arkadaşım. Evet. Kimsenin beni, benim gibileri ezemeyeceği bir dünya istiyorum. Sağlık hizmetlerinin, eğitimin neden parayla olması gerektiğini anlamak istiyorum. Yaşamak için köpek gibi çalışmak zorunda kalmamayı istiyorum. Bir takım insanlar malı götürürken yüzbinlerin açlık çekmemesini istiyorum. İnsanlar şuursuzca tüketsin, Uluslararası Şirketler malı götürsün diye üçüncü dünya ülkelerinin zenginlikleri sömürülmesin, kukla yönetimler kendi halkının hayatını cehenneme çevirmesin istiyorum. En önemlisi de iş garantisi istiyorum. Bir gün kapının önüne konacağı kaygısıyla, sümükleşen, dalkavuklaşan ölüler ordusuna katılmak istemiyorum. Açık mı bunlar?
Alkışlar Alaycı’yla Deli Kadın, Güzel Kız da kararsız katılır onlara. Hassas Adam kulaklarını tıkamıştır hemen. Şişko şaşkındır. Temsilci gülmeye çalışarak ayağa kalkar. Sonra da diğerleri. Yaşlı kalkmaya çalışır yine ama beceremez. Oturur kalır yerde kıç üstü, uzun, dökük, sağlıksız saçlarını kaşıyarak…
ŞİŞKO: Çok hızlı konuştun, hiçbir şey anlamadım ben…
HASSAS ADAM: Hatırladı o! Fakat hatırlanan her şey gerçek değildir ki. Nasıl güvenebiliyor söylediklerine?
GÜZEL KIZ: Ama saçma değil mi bunlar? Tüm bunları kimse alamaz. Sadece Başbakan belki.
ALAYCI: Verilebilecekten fazlasını istemek de bir sanattır. Bravo!
DELİ KADIN: En önemlisi de iş garantisi istiyorum, deyişi ne güzeldi. En az üç yıllık olmalı ama…
TEMSİLCİ: (Not alır gibi yapmayı bırakıp hımlar.) Değişik bir jargon. Günümüz dünyasında yeri olmayan atıl kavramlardan bir bukle gibi geldi bana. Potburi. Daha doğrusu sadece bir şey istemek için istenmiş sanki. Gizli cemaatlerin, örgütlerin ağzı. Fakat. Tabii ki. Bunları da değerlendireceğiz. Hatta şunu da söyleyebilirim, referanduma gizli olarak sunulacak öneri paketimiz, galiba, evet arkadaşım, galiba bunları da kapsıyor.
DELİKANLI: Demek öyle!
DELİ KADIN: İnanmayın bu akbabaya.
ALAYCI: Bir öneri her şeyi kapsıyorsa o öneriyi uzaya göndermeli. Dünyayı daha iyi tanıtacak ne olabilir ki?
ŞİŞKO: Lütfen ama. Beyefendinin söyleyeceklerini dinlemeden, boşu boşuna direnmek, bağırıp çağırmak istiyorsanız siz bilirsiniz. Benden aklı, analitik zekayı, çözümleme becerisini yücelten yirmi birinci yüzyıl insanının demokratik yüceliğine sırt çevirmemi beklemeyin.
DELİ KADIN: Sana ne kazandıracağını anlayana kadar konuşturacak mısın yani insanları!
TEMSİLCİ: (Parmağını beğeni belirtircesine sallar Şişko’nun suratına doğru.) Bir cevher yatıyor burada. Şu atıl işletmeye yakışmayacak derecede zeka dolusunuz arkadaşım. Şaşırtıcı. Adınız neydi?
ŞİŞKO: Eee. (Şaşırmıştır hafif, sanki bu soruyu ilk defa duymuş gibi) Bilmiyorum.
TEMSİLCİ: Neyse, ne önemi var ki adların. Ben de kullanmıyorum ne zamandır.
DELİ KADIN: Hey! Şu eteğindekileri döksen artık. Oturup kağıt oynayalım istersen.
DELİKANLI: Öyle ya. Ne diyeceksen de. Yoksa bize de bir megafon verin de biz de haykıralım isteklerimizi. Hatırladık artık. (İkircikli bir bakış. Sanki tam emin değilmiş gibi bundan.)
GÜZEL KIZ: Öff. (Oturur bir iskemleye.) Sıkıcılık bir sanat olsaydı siz dahi olarak anılırdınız.
TEMSİLCİ: Tabi tabi... (Saatine bakar, Delikanlı ve Deli Kadın’a yanıt vererek.) Fazla da vaktim yok zaten. Başka işletmelere de gidicem daha…
Yaşlı çok ağır hareketlerle yürüyüp yaklaşmıştır onlara. Sallanarak durur bir metre ötelerinde. Hassas Adam boğazındaki urganla uğraşmaktadır.
TEMSİLCİ: Şimdi… Taleplerinizin ışığında ve işletmelerimizin şefkatli gücü kapsamında sizin, dünyadaki, hatta evrendeki her çalışanın ağzını sulandıracak şu gerçekleri soru cevap yöntemiyle algılamanızı sağlamaya çalışacağım. Kulağınızı lütfen bana verin, laflarımı tekrarlamaktan hiç hoşlanmam. İsterseniz not da alabilirsiniz tabii.
Sadece Şişko küçük bir defter çıkarır. Diğerleri bakarlar.
TEMSİLCİ: Bana söyleyin lütfen. Yemek yiyebilecek kadar parayı kazanıyor musunuz kazanmıyor musunuz? Bulgur, patates, ekmek, bir şeyler yiyorsunuz mutlaka. Yalan mı bu?
Birbirlerine bakarlar.
ŞİŞKO: Yemesek yaşayamayız ki!
TEMSİLCİ: İşte. Not alın. Yemek konusunda bir sorun yok. Şimdi de şuna cevap verin. Bu beğenmediğiniz işletmeden kazandığınız parayı harcamak için size koca koca alışveriş merkezleri yapmamış mıyız? Oralarda bedavaya gezebiliyor musunuz gezemiyor musunuz? Kredi kartlarınıza taksit yapıyor muyuz, tüketici kredileri, araba kredilerini neredeyse karşılıksız veriyor muyuz? Siz bu imkanlarla ister evleniyor, ister üç çocuk ister dört çocuk yapıyor musunuz? Evlerinizde kıçınızı yayıp rahat rahat oturabiliyor musunuz oturamıyor musunuz? Evet!
DELİKANLI: Doğru mu bunlar?
ŞİŞKO: Doğru olmasa niye söylesin?
HASSAS: Doğru denilen şey tartışılabilir. Tartışalım bunu.
TEMSİLCİ: (Elini kaldırarak devam eder.) Gelelim eğlence tarafına. Arkadaş, hiç düşündünüz mü içinde tiyatrosundan sinemasına, dizisinden yarışmasına, belgeselinden çocuk eğitimine, onca programa bedava bakarken, bu televizyon denen aleti kim finanse ediyor? O beğenmediğiniz sistem mi yoksa? (Küçümsemeyle dolu bir gülüş.) Çocuklarınız reklamlara aval aval gözlerini dikerken, ağızlarından salyalar akarken, siz dışarı çıkıp iki şey göreceksiniz diye tonla para ödediğiniz o gereksiz masraftan kurtulurken, hiç umurunuzda değil tabii, büyükleriniz neler neler çekiyor size bu konforu sunabilmek için. Yalan mı bunlar?
İçeridekiler birbirlerine bakar. Çoğunun kafaları önlerine düşmüştür.
ŞİŞKO: Değildir mutlaka…
HASSAS: Yalansa bile kulağa hoş geliyor, bunu kabul etmemiz lazım.
GÜZEL KIZ: Hiç bu gözle bakmamıştık belki de… Kursu var mı acaba bunun?
DELİ KADIN: Ama, bir dakka canım, (Delikanlıya döner.) senin söylediklerin de fena değildi… De şunları bakayım bir daha.
DELİKANLI: Ne demiştim ki?
Hatırlamaya çalışır hem o hem Deli Kadın.
DELİKANLI: Yani… Bir şey dediysem bile unutmuş olmalıyım.
DELİ KADIN: Bir cümle o kadar hoşuma gitmişti ki, şey yapmıştım. Şeyi şaapmaktan falan bahsediyordun. Çok hoştu. Hay Allah. Unutulacak gibi değildi ama…
DELİKANLI: Bomboş sanki beynim, O hissi hatırlıyorum sadece. Coşkuyu…
ALAYCI: Bugüne kadar unuttuğumuz şeylerle fakir bir çocuk koca bir imparatorluk kurabilirdi…
TEMSİLCİ: (Yine saatine bakar.) Söyler misiniz bana arkadaşlar. Bir insan hayatta bunlardan başka ne ister? Daha ne sayayım? Zaman mı var ayrıca? Siz de bir zahmet şapkanızı önünüze koyup düşünün artık. Bu kadar da nankörlük fazla.
Kafalarını sallarlar kuşkulu. Yaşlı biraz daha yaklaşmıştır Temsilci’ye. Hassas Adam tırnağını kemirip durmaktadır artık.
DELİKANLI: (Birden aklına gelen fikirle…) Toplu sözleşme mi öneriyorsunuz yani?
ALAYCI: Doğduğumda annemin ne unuttuğunu anladım. Toplu sözleşme yapmadı benimle.
TEMSİLCİ: (Elleri ceplerinde yaylanır) Öyle bir şey hiç duymadım işin doğrusu. Iıh. Hiç!
DELİKANLI: Birden aklıma geldi de, nereden duyduysam...
ŞİŞKO: Söyledikleri oldukça etkileyici bence. (Olumlamayla kafasını sallar.) Sıra dışı ama etkileyici, kabul edelim bunu.
DELİ KADIN: (Elleri belinde, kızarak) Bu işten bi şey anladıysam arap olayım. Tüm bunları alabiliyorsak niye direniyorduk o zaman?
GÜZEL KIZ: Direnmek psikolojik bir hastalık olmasın?
TEMSİLCİ: Arkadaşlar! Hesap kitap ortada işte... Boşuna konuşmuyoruz. Şimdi de uzmanlarımızın sizin hakkınızda ne düşündüğünü söyleyeyim isterseniz.
ŞİŞKO: (Defterinden kafasını kaldırır.) Ben isterim.
DELİKANLI: Uzmanlar mı?
TEMSİLCİ: Bilimsel bir araştırmadan bahsediyorum. Buraya ebelek gübelek konuşmaya gelmedim, takdir edersiniz. Ciddi dayanaklarla, bilimsel altyapıya sahip argümanlarla seslenmek istedim sizlere.
GÜZEL KIZ: Ne düşünüyorlar peki?
TEMSİLCİ: Siiiz.., (Bekler bir an, insanları süzerek.) mutlu olmayı bilmiyorsunuz arkadaşlar.
Şaşkınlıkla birbirine bakar herkes.
ŞİŞKO: Çok güzel bir tespit bence.
HASSAS ADAM: Kimse mutlu değildir ki! Bizim ne farkımız olabilir.
ALAYCI: Sadece resmini yapamıyoruz diye biliyordum ben.
GÜZEL KIZ: Ben hayatımda tam dört kez mutlu oldum. Yalan söylemiyorum, anı defterime bakabilirsiniz isterseniz.
TEMSİLCİ: Bu konuda ciddi tezler, raporlar var tabii. Canınızı sıkmamak için yanımda getirmedim.
DELİKANLI: (Temsilci’ye bakarak.) Mutlu olamıyoruz demek.
DELİ KADIN: (Temsilci’ye bakarak.) Sen mutlu musun peki?
TEMSİLCİ: Çözüm şu kadar basitken mutlu olmamak ha! Hah! (Gülüş.) Bilim adamlarımız başınıza bir uzman getirerek sizin sorununuzu da kökünden çözeceklerinden emin. İçinizi kemiren kasveti, beyninizi ele geçirmiş sıkıntıyı derin bilgi dağarcığının güçlü ışığıyla dağıtacak biri.
ŞİŞKO: Siz mi?
TEMSİLCİ: Hayır. İlahiyat mezunu bir müdür. (Bakar kafasını bilmişçe sallayarak.) Bir sürü işletmede denendiğini, çok müspet sonuçlar elde edildiğini belirtmek isterim.
Hımlar herkes çeşitli triplerde. Temsilci bu muhteşem fikrin coşkusuyla iyice şişinir.
DELİ KADIN: Bir saçmalık var bu işte. Hem de nasıl.
ŞİŞKO: Beyefendi o kadar çok şey saydı ki, kafamız allak bullak oldu tabii. Normal.
ALAYCI: Ayın çalışanıyla ilgili bir şey duymadım. Ödüllendirme de önemli.
DELİKANLI: Gerçekten karmakarışık kafam. O müziği duyunca ağzımdan süzüldü aktı cümleler. Sanki daha önce düşünmüşüm onları gibi. (Deli Kadın’a bakar.) Güzel de geliyordu kulağa ama nasıl diyim, bunlar da her şeyi veriyorlar galiba…
DELİ KADIN: Kıçıyla düşünenlerin dünyasında beyni kullanmak da pek akıllıca değil. Bunu yazın bir kenarıya.
GÜZEL KIZ: Beşinci kez mutlu olma şansını kaçırmak istemiyorum ben.
ŞİŞKO: Yeterince demokrat değiliz. Doğru bu. Kendi seçtiğimiz insanlara güvenmemek için bunca uğraş salaklıktan başka bir şey değil.
HASSAS ADAM: Söyledi ya. Mutlu olmayan birisi nasıl sağlıklı düşünsün.
YAŞLI ADAM: Mutlu… (Temsilci’nin yanına kadar gelmiştir. Net bir şekilde konuştuktan sonra ağlamaya başlar içli. Gözünün yaşını siler. Başını yere eğer.)
ALAYCI: Ben sizi seyretmek şansına kavuştuğum için fazlasıyla mutluyum. Daha fazlasını istersem ayıp olur.
TEMSİLCİ: Şimdi arkadaşlar, yapılacak iş basit. İşletmeyse işletme. Burada doğmadınız ya. Boşaltıp başka bir yere naklinizi yapacağız. Belki bir süre dışarıda kalabilirsiniz ama sonuçta yapılacak, bundan şüpheniz olmasın. Sistemler yenilenecek, görev tanımları değişecek, bunlar hep makul bir şekilde bildirildi size, biliyorsunuz.
DELİKANLI: (Yerinde döner, bağırır.) Bilmiyorum. Direnmek istiyorum ben. Ama geçerli bir nedenim kalmadı mı yani şimdi? Saçmalık bu!
TEMSİLCİ: Buluruz efendim. Dışarı çıkalım. Sana direnecek bir şey bulamayacak mıyız yani! Hah, bak aklıma geliverdi hemen. Özgürlük karşıtlarının özgürlüğünü protesto etmek için hapishaneye sokabiliriz seni…
DELİKANLI: Bilemiyorum. Çok çabuk oldu bunlar.
DELİ KADIN: Bu herifi dinlemek de varmış demek kaderimde.
ŞİŞKO: Çıkalım bence dışarı. Belki de burası engelliyor hatırlamamızı. Dışarıda, geçmişimizi, inandıklarımızı, sevdiklerimizi bilerek huzuru bulmayacağımızı hanginiz söyleyebilir?
Temsilci volta atmaya girişmiştir onlar konuşurken. Yaşlı dönmüş ayaklarını sürüyerek zar zor uzaklaşmaktadır onlardan. Oturur güçlükle bir kutunun üstüne.
HASSAS ADAM: Belki diğer işletme, evlerimize daha yakın olur. Bir evimiz vardı diye hatırlıyorum ben. Annem, annem de olmalı. (Gözleri yaşlanır, duygulanır birden.)
GÜZEL KIZ: Belki daha yakışıklı insanlar olur orada. Kocam yok diye hatırlıyorum ben. Çocuklarım… (O da duygulanır.)
Zangırdar megafon. Birden oraya döner hepsi. Kalkar yine Yaşlı, olduğu yerde sallanır.
MEGAFON: (Jingle girer: Argon-Mutlu Ailelerin Adresi. Üstüne kalın bir ses.) Fırsatlar Zamanı! Dışarı ilk olarak çıkan kişi Argon Alışveriş Merkezi’nden haftalık hediye çeki kazanacaktır. Evet yanlış duymadınız. Bir hediye çeki! (Müzik ve ses sürecekken gırç, diye kapanır yine. Megafonun alışıldık sesi devam eder.) Dışarı çıkın ve kazanın. Sizi bekliyoruz! Dışarı çıkın, direnmenin kimseye faydası yok. Üretimi bloke etmeyi bırakın… İlk çıkan… Öhhö öhö.
TEMSİLCİ: Hay anasını! (Koşturur, yanındakileri iterek.)
MEGAFON: … Öhhö… Efenim? O içeride mi? Hımmm. Temsilci arkadaş hariç… Öhhö öhhöö (Öksürük krizi)
TEMSİLCİ: (Zınk diye durur. Ellerini birbirine çarpar) Tüh. (İçeridekilere döner.) Ne duruyorsunuz. Kaçar mı bu fırsat? Siz değil miydiniz çıkalım diyen? Bi de hediye çeki. Vay be!
Birbirlerine bakarlar. Yaşlı da hareketlenir. Gıdım gıdım ilerler ne kadar kendini zorlasa da.
Şişko’yla Güzel kız öne atılır. Hassas yine kulaklarını tıkamıştır. Delikanlı, Deli Kadın ve Alaycı arkada kalırlar kararsız.
ALAYCI: Dünyada geriye doğru koşulan ilk yarış başladı. (Alkışlar)
DELİKANLI: İçimden bir ses burada kalmamız gerektiğini söylüyor hâlâ. Ne olursa olsun, böyle bu!
Deli Kadın kafasını sallar. Tam diğerleri kapıya ulaşmıştır ki birden ortadaki büyük, kızıl telefon hoplaya hoplaya çalmaya başlar. Durur herkes. Elleri kapının üstünde bakar Şişko ile Güzel Kız. Temsilci eli çenesinde ne olduğunu anlamaya çalışır. Delikanlı heyecanlanmıştır. Şişko da öyle. Tedirgin gözlerle bir adım yaklaşırlar. Yaşlı yine geri döner iki büklüm…
TEMSİLCİ: Bir bu eksikti. Kim arar ki atıl bir işletmeyi? Yoksa!.. (Kim zannettiğini söylemez, öylece kalır.)
DELİKANLI: Yine çaldı. (Alaycı’ya ve Deli Kadın’a bakar şaşkınlıkla.)
ŞİŞKO: Açmayın lütfen. Kafamızı karıştırmanın anlamı yok şimdi.
HASSAS ADAM: Bence de açmayın. İçimde bir yerlerde çalıyor sanki bu telefon. Şeytansı bir sesi var.
GÜZEL KIZ: Telefon falan umurumda değil, ben çıkıyorum. Bırak şunu.
Şişko kapıyı tutmaktadır. Çekişirlerken telefon daha canhıraş ötmeye başlar. Güzel Kız’la Şişko itişmeyi bırakıp yine telefona dönerler.
DELİ KADIN: Açın biriniz şunu!
TEMSİLCİ: Yahu size ne telefondan falan, kim niye arasın sizi? Boşaltın şurayı. Allah Allaaah!
ALAYCI: Belli ki alacaklımız arıyor. Açmamak en iyisi. (Güler)
DELİKANLI: Korkaklar! Bir saat önce ne yaptığımızdan haberimiz bile yoktu. Onun sayesinde… (Temsilci’yi itip telefona yürümeye başlar.) Evet, o olmasa…
ŞİŞKO: Duur! (Bağırarak koşar telefona.) Bu sefer ben konuşucam onla. Yalanlarınızı dinlemekten bıktım. (Delikanlıdan önce ulaşır telefona. Kaldırırken zaferle gülümser. Kulağına götürürken gözleri kararlıdır.) Alo. Buyurun. Kim arıyordu? (Bekler. Gözlerini kısar. Sanki bir şeyi anlamaya çalışmaktadır. Kafasını kaldırır sonra.) Hiçbir şey anlamıyorum. Ne diyorsunuz? Bilmediğim bir dil. Saçma! Anlayamıyorum işte. (Ağlayacak gibi olmuştur.)
DELİKANLI: (Ankesöre yapışıp çeker.) Bırak şunu! Alo. Evet! Hah. Siz miydiniz? (Dinler.) Evet. Dinliyorum. Kabul etmeyelim mi? Neyi kabul etmeyelim? (Temsilci’ye döndürür kafasını, bakar başını sallayarak.) Eee. Hı hı, ben söyledim galiba. Doğru mu buldunuz gerçekten? Ama? (Dinler yine)
TEMSİLCİ: Ne diyor? Kim ki o?
DELİ KADIN: Kimse kim, inanacağımız birisine ihtiyacımız var. Hem de hemen.
ŞİŞKO: (Sinirle omzunu silker.) Dilimizi bile konuşmuyor. Yalan bunlar!
HASSAS ADAM: Kötü bir haber vermiyordur umarım. Yaşam zaten yeterince zor…
GÜZEL KIZ: Hadi, kapat, dışarı çıkalım artık. Yeter bu saçmalık. (Kapıyı açmaya çalışır bu sırada, beceremez.)
DELİKANLI: Kandırılıyoruz demek? Hiçbir şartı mı kabul etmeyelim yani? Direneceğiz, evet.
TEMSİLCİ: Bak şu işe!
DELİKANLI: Ben de için için böyle düşünüyordum zaten ama neden olduğunu bulamıyordum. Siz de duymuşsunuz, bir isyan yükseldi yüreğimden. Fakat arkadaş da çok güzel tekliflerle gelince. Efendim? Sömürülüyoruz demek. Peki ama, açabilir misiniz biraz? Kafamız karıştı da. (Kapatır telefonun ahizesini) Söylemiyor. Biz anlayacakmışız.
TEMSİLCİ: Bölücünün teki mi bu yani? Dinlemeniz bile komik. Hadi hadi. Durmayalım artık burada…
DELİ KADIN: Ona niye güvenecekmişiz ki, sorsana be Allahın adamı!
ŞİŞKO: Atıyor. Yanlış numaradan başka bir şey değil bence.
ALAYCI: (Kollarını göğsünde kavuşturmuş, alaycı bir ifadeyle izler.) Ayakkabı numarasını da sor.
HASSAS ADAM: İntihar konusunda ne düşündüğünü merak ediyorum ben.
DELİKANLI: Eeee, arkadaşlar kim olduğunuzu soruyorlar. Bir de size niye güveneceğimizi? (Dinler yine. Ahizeyi bir kez daha kapatır eliyle.) Vicdanımızmış!
Vicdan lafını yineleyerek birbirlerine bakar herkes.
DELİKANLI: Hoşuma gitti bu. Ne iş yapıyorsunuz peki? (Suratı değişir. Ne duyduğunu bilmeyiz.) Şeey, tabii, öyle düşünmemiştim. Hı hı! Anlayacağımızdan eminim. (Kafasını eğer, kafasını sallar. Tekrar kaldırır.) Sizi istiyormuş. (Telefonu havaya kaldırıp, Temsilci’ye işaret eder.)
TEMSİLCİ: Beni mi? (Birden ter basar yüzünü. Siler pembe mendiliyle. Ceketini, pantalonunu düzeltir.) Kim yahu bu? Patron mu? Şaka falan yapmıyorsunuz ya bana!
DELİKANLI: Vicdanımız dedim ya.
ŞİŞKO: Bu kadar saçma bir şey duymadım ben.
GÜZEL KIZ: Vicdanımızsa telefonda ne işi var ki?
HASSAS: Ne zamandır duymuyordum sesini. Neredeyse çocukluğumdan beri.
ALAYCI: İnsanın vicdanı evden kaçınca kimi aramalı, bunun cevabını bulmalıyız önce.
DELİ KADIN: (Delikanlı’ya doğru.) Ne diyor sen onu söyle.
DELİKANLI: (Telefonu şüpheli, kararsız yanına gelen Temsilci’nin eline tutuşturup diğerlerine doğru yürür.) Direnin diyor işte. Sömürülüyormuşuz.
TEMSİLCİ: (Kulağına götürmeden önce.) Patron olsa öyle konuşmaz. (Güler çarpık.) Bir iş var bu işte. (Kulağına götürür.) Alo. Evet… (Dinlemeye başlar.)
DELİ KADIN: (Delikanlıya bakarak.) Demek öyle.
ŞİŞKO: Çok güzel. (Ellerini birbirine vurur) Yine başa döndük.
HASSAS: Kötü haber demiştim size. Dayanamıyorum artık. (Yere çöker.)
DELİKANLI: Nesi kötü bunun. Direneceğiz ve hakkımızı alacağız. Bu kadar basit. Kandırıldığımızı anlamıyor musunuz?
DELİ KADIN: Ne istediğimizi bulsak... Şu bağıra bağıra söylediğin şeyleri bi daha sayamıyor musun yani sen şimdi?
DELİKANLI: Az önce vicdanımız da hatırlattı biraz ama uçuverdi yine aklımdan.
ŞİŞKO: Uçuvermişmiş, ipe sapa gelmez şeyler de o yüzden uçuverdi. Somut bir teklif var ve siz sırtınızı dönüyorsunuz. (Ellerini kaldırır boynunu içeri çekerek.) Kusura bakmayın ama böylesi bir serkeşliği anlamam mümkün değil benim.
ALAYCI: Vicdanını da anlamıyorsun zaten.
DELİKANLI: Aklımızı kullanırsak neyin ne olduğunu kolayca bulabilirmişiz. Çıkmayın dışarı, direnin, diyor.
DELİ KADIN: İnanıyorum ona be. Şu şişko ne diyorsa tersine daha doğrusu. İşte o kadar.
Temsilci kafasını sallayarak dinler telefonu kulağına dayamış. Yaşlı, sallanırken gözlerini oraya dikmiş bakmaktadır. Ağzından salyalar akar… Temsilci bir süre sonra parmağını ağzına sokup emmeye başlar.
ALAYCI: O zaman olayı bir iki maddeyle özetleyelim. Madde bir: Sömürülüyoruz. Madde iki: Direniyoruz. Madde üç: Yine sömürülüyoruz.
GÜZEL KIZ: Herkes hatırladıklarını ortaya dökerse belki bir şeylere varırız, ha, ne dersiniz? (Çekiştirir yine.) Bu kapının açılacağı da yok, o da garip…
HASSAS ADAM: Hatırlayıp geçmişten bahsetmek istemiyorum. Şimdiki ana bile dayanamıyorum ben.
ŞİŞKO: Beyefendi! (Temsilciye seslenir) Beyefendi. Siz bir şey deyin bari. Doğru mu söylenenler? Telefondaki… (Sözü Temsilcinin ani haykırışı ve ağlayışıyla, kendini yere atışıyla yarım kalır.)
Temsilci birden çöküverir yere. Kıçı yerde, ayakları önde, dudakları büzüşmüş bağırır büyük çığlık atarak. Elinden öfkeye kapılmış bir çocuk gibi savurur ahizeyi. Hepsi korkuyla oraya dönerler.
TEMSİLCİ: Anneee! İstiyom bee! Benim olcak. Evet efendim. (Gözlerinin yaşını siler. Ayaklarını yere patır patır vurur ve bağırır yine.) Her şeyi alıcam. Niye benim apartmanlarım yok? Verecekler. Yaaa. (Dönüp yerlerde dövünmeye başlar.) Salaklar. Gerzekler. O maaşı alıp başınıza çalın. İstiyom be, arsa da istiyom, mevki de, pahalı arabalar da... Müsteşarlık vereceksiniz bana… Aptallar! Anneee!
DELİKANLI: (Diğerleri gibi şaşkın.) Nooldu buna şimdi?
ŞİŞKO: (Yaklaşır temkinli.) Temsilci bey, iyi misiniz?
GÜZEL KIZ: (Koşup telefonu alır eline) Kapanmış.
HASSAS: Ne kadar da dokunaklı ağlıyor.
DELİ KADIN: Bir salaktan daha dokunaklı değil…
DELİKANLI: Bebek mi zannediyor kendini?
ALAYCI: Hep öyle zannetmiyor muydu zaten?
ŞİŞKO: (Temsilciye doğru eğilir.) Yapmayın böyle, lütfen, yanlış anlayacaklar…
TEMSİLCİ: (Birden ayağa fırlar ve aynen bir çocuk gibi elinin ayasıyla vurur Şişko’ya.) Git buradan! Hepsi benim. Hiçbir şeyimi vermem.
ŞİŞKO: (Geriler korkarak.) Tamam tamam.
ALAYCI: Kullanma süresi dolmuş olmalı.
Temsilci yüzünü buruşturur, onları parmağıyla tehdit eder. Sonra dil çıkarıp, pıffft diye bir ses çıkardıktan sonra dışarı kaçar. Kapıyı arkasından büyük bir gürültüyle kapatır.
DELİKANLI: (Bir süre oraya bakıp, kafasını salladıktan sonra.) Bir de inandık ona. Deliden başka bir şey değilmiş, görüyorsunuz, alay ediyorlar bizimle.
HASSAS ADAM: Çocukluğunu yaşayamamış. Bu, yaşlılığını da yaşayamayacak demek oluyor.
ALAYCI: Sistem denilen şey anneliği beceremiyor demek.
ŞİŞKO: Anlamaya çalışsak. Belki bize bir mesaj vermeye çalıştı…
DELİ KADIN: Evet, hayatımızdan bir deli daha kaydı. Naapıcaz peki şimdi?
DELİKANLI: Ne mi yapıcaz? Vicdanımızı dinleyip onların canına ot tıkıycaz, işte bu yapacağımız.
ŞİŞKO: (Ellerini kavuşturup, küskün bir köşeye gider.) İsteyen dirensin. Ben sadece oturup bekleyeceğim artık. Akil bir adam gelip normal bir şeyler söyleyene kadar da tek kelime çıkmayacak ağzımdan. İşte o kadar!
HASSAS ADAM: Kafam bomboş. Ölmek istiyorum ölemiyorum, çıkmak istiyorum çıkamıyorum. Unutmak istiyorum hatırlıyorum. Hatırlamak istiyorum unutuyorum. Bıktım artık. (O da bir iskemleye çöker duvar kenarında.)
GÜZEL KIZ: (Gidip kapının önüne oturur. Sırtını dayar.) Vicdanımızın bekleme odasında oturmak da ne berbat bir şeymiş. Konuşmuyor da. Her şeyi biz bulacaksak vicdan neye yarar?
Kimseden ses çıkmaz. Önlerine bakar çoğu.
DELİKANLI: (Yere yatar. Ellerini başının altına koyar.) İyi ya da kötü, neler olacağını göreceğiz. (Tam da huzur dolu bir ruh haline büründüğü zannedilirken o doğrulur hışımla.) Allah kahretsin! Unuttuğuma inanamıyorum! İşsizlik dediğimi biliyorum. Üçüncü Dünya Ülkeleri bi de galiba… (Yere vurur tokadını) Ne alakası varsa onlarla? Grev demiş miydim? Emin olamıyorum ki. (Yine yatar. Ellerini kafasının arkasına koyar.) Neyse! Arayacak nasıl olsa yine. (Yattığı yerden telefonu kesmeye girişir.)
ALAYCI: (Sallana sallana yürüyüp bir iskemleye yayılır.) Zamanında beynimize bir tohum ekseydik şimdi ağaç olacaktı. Şimdi eksek olsa olsa kaktüs olur…
DELİ KADIN: (Çöker olduğu yere, sallanmaya başlar.) Berbat bir gün, boktan insanlar, saçma sapan fikirler. İşte günün özeti. (Susup yere bakar.) Yine de hiçbir şey olmamasından iyidir…
Yaşlı, bir süredir orada oturmuş kalmış, arada uyuklamıştır. Kalkmaya çalışır. Tam becerecekken düşer. İnleyerek odanın uzak köşesinde, aşağı sarkan iplere doğru sürünmeye başlar. Diğerleri başları yerde, susmuş kalmışlardır. Çıt çıkmaz. Sadece Yaşlı’nın sürünme ve oflama poflama sesleri…
İçeride kederli bir hava vardır. Başlar ellerin arasında, yüzler asık. Bir süre sonra dip gürültüsü başlar. Artar, artar, artar. En az yarım dakika sürer böyle. Müthiş rahatsız bir hal alır. Şaşırmışlardır. Bazıları kulaklarını kapar. Yaşlı da durur ve aynı şekilde inler… Dayanılmaz bir gürültü…
DELİKANLI: (Ayağa fırlayıp bağırır.) Nooluyor be? Bu ne?
Kesilir gürültü. Diğerleri de ayaktadır artık. Yukarıda bir yerleri gözden geçirmektedirler. Sadece o gürültüyü taklit etmeye çalışan Yaşlı’nın sesi kalmıştır.
ŞİŞKO: (Elini kulaklarından çekerek.) Neydi bu sesler?
GÜZEL KIZ: Korkuyorum. Lütfen biri elimi tutsun.
HASSAS ADAM: (O da panik halinde Güzel Kız’ın elini tutarken.) İki korkak insan el ele tutuşursa cesurlaşır mı yoksa daha mı çok korkar?
DELİ KADIN: Ne olduğunu anlamıyorsunuz ha? Sizi baykuş kılıklılar. İç sesleriniz sardı her yeri. Keder dolu ağlamık düşünceleriniz çığlıklarla doldurdu odayı. Düşünmeyi bile beceremiyorsunuz!
ALAYCI: Dans bile edilemeyecek bir iç sesimiz var demek.
HASSAS ADAM: Kendi düşüncelerimize bile katlanamamız ne acı! Bu kadar zavallı bir durumda olduğumuza inanamıyorum.
ŞİŞKO: Biliyordum bunu. Ne kendimize ne de burada, aynı davaya başkoyduğunu söyleyen insanlara güvenimiz var. Yoksa niye dip gürültüsü olsun ki?
DELİ KADIN: Yoruma da bakın. Seni paranoyak domuz! Güvensizliğin hangi makamdan çaldığını biliyor sanki.
GÜZEL KIZ: Bize kızıp durmayı bırak. Sanki senin iç sesinde bir melodi var!
DELİKANLI: Her şey o kadar açık ki! Bir ritm bütünlüğü yok aramızda. O yüzden savunmasız, güçsüz, çaresiziz. Bir yaprak gibi oradan oraya savrulup duruyoruz.
GÜZEL KIZ: Doğru bu! Beni dinlemiyorsunuz. Kimseyi dinlemiyorsunuz! Hepiniz! Hiçbir noktada buluşamıyoruz. Ya da hiçbir noktada buluşuyoruz…
ALAYCI: Kakofoni Milli Takımı…
HASSAS ADAM: Benzeyecekse harpa benzemeli aramızdaki harmoni. Bazılarımız da yan flüt olmalı. Piyano da lazım tabii.
ŞİŞKO: Tartışalım isterseniz bunu.
DELİKANLI: (Bulduğu fikirle heyecanlı, bir sandalyenin üstüne atlar.) Beni dinleyin. Önce şunu yapmalıyız. Evet, hiç şüphe yok buna. Toplanıp sarılalım diyorum ben. Kafa kafaya verip birbirimizi anlamaya çalışalım. Bir yabancı değil de bir kardeş gibi görelim karşımızdakini. Ne dersiniz? (Beklemez onların cevabını. Yere atlar.) Hadi hadi, gelin buraya.
Tiksinircesine bir şaşkınlık yüzlerde…
ŞİŞKO: Gerek var mı gerçekten?
GÜZEL KIZ: Ya hamile kalırsam.
Yukarıdan güler bir ses. Yaşlı iplere doğru yürürken bakar ve o da gülmeye çalışır.
DELİKANLI: Tek yürek olmazsak nasıl karşı koyabiliriz, nasıl direnebiliriz, nasıl bir duvar gibi nasıl set çekebiliriz sistemin saldırılarına. Sarılalım, aklımızla, ruhumuzla, duygularımızla bir organizmaya dönüşelim. (Güler coşkuyla, kollarını sonuna kadar açmış, kuşkuyla ona bakanlara karşı.). Gelsenize canım! (Kollarını kapatmadan yüz mimikleri ve elleriyle çağırır yine.) Hadi ama!
HASSAS ADAM: Birbirimize benzememize yol açacaksa yakınlaşmamız tehlikeli olabilir. Hepimiz aynı şeyi düşündüğümüzde ya yanlış çıkarsa! Hep beraber hata yapmış olmayacak mıyız.
DELİ KADIN: Salak gibi konuşmayın. En azından bir fikir çıktı sonunda ortaya. Hepimiz yanlış bir şey düşünsek bile, güçlü olursak bunun doğru olduğuna ikna edebiliriz dünyanın geri kalanını.
ŞİŞKO: Yanlış ya da doğru yoktur, güç vardır mı demek istiyorsun? İlginç.
ALAYCI: Sıkı bir sarılmayla alacağımız en büyük risk birbirimizden nefret etmek olacaktır. Onu da unuturuz nasıl olsa yarın.
GÜZEL KIZ: Deliler birbirine sarıldığı zaman ortaya ne çıkar acaba? Belki de kaybolup giderler bir anda dünyadan.
DELİKANLI: (Çeker Şişko’yu. Sonra solundaki Alaycı’yı da.) Sarılın birbirinize, hadi. Göreceksiniz, bambaşka olacak her şey…
ALAYCI: Bir milyon kişiye daha ihtiyacımız olduğunu unutmayalım…
ŞİŞKO: Denemeye değer bence.
Yavaştan girer herkes halkaya. Yaşlı Adam, iplerin oraya kadar sürünmüştür. Kafasını kaldırıp insanlara, sonra da iplere bakar. Bundan sonra zar zor ellerini iplere geçirmeye çalışacaktır…
Sıkışırlar, kıpırdanırlar, homurdanırlar oluşturdukları halkada…
HASSAS ADAM: (Şişko’yla Deli Kadın’ın arasında kalmıştır.) Negatif enerjiden oluşmuş bir odaya kapatıldım sanki. Bir uğultu var, duyuyor musunuz?
DELİKANLI: Kaşınıyor ellerim. Bir şey kaşındırdı beni. Hay Allah! Özellikle de apış aram.
GÜZEL KIZ: Ayakları kokuyor birisinin. Ya da beyni. Kokar mı beyin?
ŞİŞKO: (Kıpırdanır, yanındakilere öfkeyle bakar alttan.) Kısayım ben. Anlıyorum. Alay etmek için koydunuz beni buraya, adım gibi eminim bundan…
DELİ KADIN: İttirmeyin be! Hepimize yer var. Otobüs mü sandınız burayı?
GÜZEL KIZ: Aynı anda solumayın lütfen, hava alamıyorum.
HASSAS ADAM: Öfff, birisi mi osurdu şimdi de! Lütfen ama.
GÜZEL KIZ: Yerimiz yanlış bence. Odanın bu bölümü çok karamsar. Yarım metre sağa kaymayı öneriyorum.
ALAYCI: Bu birlikteliğe bir maskot çok güzel yakışırdı. Köstebek mesela. Görünmezdi hiç ortalıklarda.
DELİKANLI: Susmayı bilmez misiniz siz? Konuşarak neyi örtmeye çalışıyorsunuz, merak ediyorum.
HASSAS ADAM: Hazır böyle toplanmışken belki de kaybolan ruhu çağırmalıyız. Eksiğimiz bu olmasın?
ŞİŞKO: Çenenizi kapatmayacaksanız ben çıkıyorum. Hiçbir şey hissedemiyorum. Ortak bir güç oluşacağı söylenmişti. Bir yalan daha.
DELİKANLI: Benim yerime düşünmeyi bırakın, kendi iç sesimi duyamıyorum.
Yukarıdan “Susun,” diye ses gelir sert bir şekilde. Susarlar birden. Oraya bakarlar. Sonra indirirler kafalarını. Yaşlı Adam’ın uğraşları kalır ses olarak. Bir elini takmıştır iplerden birine. Yukarıya güler delice bir kıkırtıyla. Diğerleri sıkıntıyla kıpırdanırlar omuz omuza ama konuşmazlar. Bir süre sonra yine dip gürültüsü başlar ve büyür, büyür büyür… Bırakır dağılırlar odanın içine.
GÜZEL KIZ: Dayanılacak bir şey değil bu. Sanki bir fabrika var içimizde ve orada da direniyor birileri.
ŞİŞKO: Hiçbir şey hissetmedim zaten ben. Saçmalıktan başka bir şey değildi. Bir daha kimseyle birleşmem.
DELİ KADIN: İçiniz çürümüş sizin.
ALAYCI: İlkokullara birleşme kursu konulmaması büyük bir hata.
DELİKANLI: Gerekirse tek başıma direnirim. Kimseye ihtiyacım yok. Açık konuşacağım, ne susmayı biliyorsunuz ne bağırmayı. (Bağırır.) İşte böyle!
HASSAS: Bir anlamı olmasa da sarılmak güzeldi bence. Kendimle baş başa kalmanın ağırlığını birisine yüklemeliyim. Satarım belki de. Satılabilir bir şey mi acaba vicdan?
DELİ KADIN: Eeeh (Kolunu sallayıp döner.) Ben gidiyorum. Hadi eyvallah.
DELİKANLI: Gidiyor musun? Nereye?
DELİ KADIN: Cehennemin dibine. Orada isyan çıkarmak buradan daha kolay değilse ben de bir şey bilmiyorum.
GÜZEL KIZ: Biz denedik efendim. Açılmıyor kapı.
Kapıyı açıp çıkar gider Deli Kadın. Şişko da Güzel Kız da şaşkın birbirlerine baktıktan sonra koşarlar. Çekiştirirler. Açılmaz.
ŞİŞKO: Ama nasıl olur. Psikolojik bir kilide mi sahip yoksa?
GÜZEL KIZ: Çıkamayacaksak niye çıkmamızı istesinler ki? Saçmalığa da bakın.
DELİKANLI: Özgür değilsiniz işte. Kendi arzunuzla hiçbir şeyi elde edemeyeceksiniz bu dünyada. Çobanını bekleyen koyunlardan farkınız yok!
ALAYCI: Belki de şu çıkma tutkusunu bir yana bırakıp girmelisiniz. Dışarı korkusu var içinizde. Hep içeride olmak istiyorsunuz.
HASSAS: Deja vu yaşadım şimdi. Daha önce de olmuştu bu.
ŞİŞKO: Ne olmuştu?
HASSAS: Bir kez de değil. Yüzlerce kez. Çıkıp gitmişti insanlar hayatımdan.
Birden delice bir gülüş gelir. Korkuyla İhtiyar’ın o tarafa dönerler. O az önce ağır hareketlerle ayağa dikilmiş, öteki bacağına da iplerden birisini taktıktan sonra gülmüştür. İpler yukarıdan çekilmekte, Yaşlı Adam’ın kolu bacağı kukla gibi oynatılmaktadır.
YAŞLI ADAM: İyi geceler efendim. Batmak üzere olan bir imparatorluğun üstüne güneş doğmayacağına göre size günaydın demiyorum. Balçıkta ses olmaz. Kabarcıklarla konuşmayı öğrenmek zorundasınız. Ha ha ha! Bugün isyan günü. O halde itaat edelim büyüklerimize. Ne dersiniz? Lay lay laaaay!
ŞİŞKO: Bu da kim?
DELİKANLI: Hiç görmedim.
GÜZEL KIZ: Bir deli varmış içeride. Vazo sanmış olmayalım onu?
ALAYCI: İçinde fokur fokur su kaynarken soğuk kalan bir vazo, evet, iyi bir tarif bu deliler için.
HASSAS: Çenesi kuvvetliyse deliliği de bulaşıcıdır bu adamın, söylemedi demeyin. Delilik sözlerle bulaşır, herkes bilir bunu. (Uzaklaşır Yaşlı’dan.)
Tangırdar mikrofon. Marş başlar.
Yaşlı, ipler elini kolunu çekiştirirken gülerek danseder. Kuru kafa anahtarlıklar gibidir hareketleri.
MARŞ:
Evlerimiz kutsal mabed, annelerimiz birer elçi, itaat parolamız
Sınırlarımız kanla çizili, milletimiz ucuz işçi, doluyor ülkemizin ana pili…
YAŞLI ADAM: (Neşeyle) Evlerimiz alık dolu, annemiz babamızın kırılmış boynu, parolamız ağıt olsun. Sınırlarımız tebeşirden. Milletimiz cahil. Vadesi dolmuş ülkelerin. He he heeee. (Ellerini şaklatır tempoya göre.) Bana bir ülke verin size bir alışveriş merkezi yaratayım. He he… Dans ne güzel şey, hem de mezarlıkta. (Yukarıdan ipleri çekilip durmakta, o da buna göre dönmektedir yerinde. İçkiyi fazla kaçırmış yaşlı bir korsandan farkı yoktur.)
Durur yine marş gaaarç, diye. İhtiyar çevreyi incelemeye girişir kıkır kıkır gülerek. Megafondan postal sesleri gelir. Rap rap rap… İhtiyar rap rap yürüyüşü taklit eder.
MEGAFON: (Korku dolu.) Kim var orada? (Bekler. İçeridekiler Yaşlı’yı bırakmış megafona bakmaktadır.) Kim var dedim. Hey? Kim var orada?
Durur postallar. Kapanır yayın. Durur Yaşlı.
Tak tak tak, çalar kapı. Bu sefer oraya dönerler.
ŞİŞKO: (Sevinir) Hah. Temsilci bey geri döndü. Şaka yaptığını biliyordum az önce.
GÜZEL KIZ: Bu tımarhaneye bir doktor gönderseler daha iyi olacak.
DELİKANLI: Temsilci’den başka bir şey bilmez misiniz siz? Belki de vicdanımız bu gelen.
YAŞLI: (Ağzıyla trombon sesi çıkararak döner ekseninde ve konuşur.) Kapıya ölümün gelmesi doğal. Evlerinde melek beslemeyenlerin başına mutlaka gelir bu. (Bir kutunun üstüne çıkar.) Buradan her şeyi kuş bakışı görebilirim. Kendimi bile. Ve işerim her şeyin üstüne. He he heee! (Bir şahin gibi başını çevire çevire bakar kapıya.)
Çalar yine kapı. Tak tak tak.
HASSAS ADAM: Nefret ediyorum bilinmezlikten. Orada kim olduğunu düşünmek zorunda değiliz. Çok korkunç bu. Hep aynı gün yaşansa korku da olmaz, öyle değil mi?
ALAYCI: Deja vu! Bu anı da ben yaşamıştım. Kapıyı çalıp kaçmamıştı orta yaşlarda bir adam. Ben de açmamıştım.
Tak tak tak.
DELİKANLI: Giiir! (Tedirgin gözlerle diğerlerine bakar.)
YAŞLI: Girmeee! (Girme, dedikten sonra yine ciddi ciddi gözetlemeye geçer o söylememiş gibi.)
Açılır kapı. Yeni temsilcinin kafası uzanır. Adam aynı, giyimi farklıdır. Bileklerine kadar uzanan sırmalı bir elbise, önünde belli bir simgeyle işlenmiş büyük bir madalyon vardır. Sade ama gösterişli bir giyimdir bu. Ayaklarında sandalet vardır.
ARABULUCU: (Etkileyici bir tarzda, hafif kalın konuşur.) Merhaba güzel insanlar. Merhaba günün kaderini bir avuç kum gibi sıkılı yumruklarında taşıyanlar.
DELİKANLI: Kimsin sen?
ARABULUCU: (Bir adım atar içeri. Ama hepsi o kadar. Elini karizmatik bir hareketle kaldırır.) İsterseniz Arabulucu deyin bana. İsterseniz hayat düzenleyici. Bazıları arzulara kement atan adam der, bazısı da kazanmanın altın anahtarını elinde tutan kişi. Ama aslında basit bir Yaşam Gurusu’yum ben. İnsanları alıp yücelten, her kelimesiyle bir basamak, bir mevki, bir kalite üste taşıyan, bulutların üstüne yerleştiren bilge…
GÜZEL KIZ: Yaşam Gurusu ha! Güzel bir şey olmalı bu!
YAŞLI: Yaşam gurultuları sevmez. Sadece palyaçolara yer vardır onun yanında. Bir de ölülere. He he he! (Şarkıya başlar. Eli kolu yukarıdan çekiştirilir.) Köle dedi ki ölüm paraya tapmaz, patron dedi ki ölüler çalışmaktan utanmaz, köle dedi ki ölüm şaka yapmaz, patron dedi ki ölülerin yüzleri kızarmaz… (Dansederek yaklaşır Temsilciye. Elindeki saplı kül tablasını da diğer eline vurmaktadır aynı anda, vurmalı bir çalgı gibi.)
DELİKANLI: (Güler abartılı, kolunu savurarak.) Kafamızı karıştıracak bir başka çenebaz daha bu. Cafcaflı sözlerle bizi kandırmak için daha kimbilir kimler gelecek. Keşke bizi kendi halimize bıraksalar. Keşke hiç olmasalar. Çok daha iyi bir yaşam kurabiliriz dünyada sadece bir avuç insan kalsak.
ŞİŞKO: Doğru, kimseyi dinlemeyelim. Kendi yalanlarımızın, yanlışlarımızın üstüne bir de çöküp gidecek kağıttan bir hayat kuralım.
GÜZEL KIZ: (Takdirle bakar Şişko’ya.) Dinlemek istiyorum ben de bu adamı. Yalansa noolmuş? İnsanın doğasında var olan bir şeye kim kötü diyebilir? Zaten kurduğumuz her cümle eninde sonunda yalan. Çünkü bir insanın tümüyle her şeyi bilmesi imkansız. O halde mutlaka yanlış konuşacak.
HASSAS ADAM: Yaşamın o saçma ağırlığından kurtulmak isterken, bir yaşam övücüyü dinlemeye niyetim yok benim. Yalanlara gelince, antidepresanlardan ne farkları var? Şiddetle ihtiyacımız var onlara.
Yaşlı dansederek yaklaşır, Yaşam Gurusu müşfik bir gülüşle bakar kendisi hakkında konuşanlara.
ALAYCI: Bana gelince, şöyle düşünüyorum. (Bir jestle lafının önemine vurgu yapar.) Dünyadaki bütün yaşam bilgelerini dinlemeye kalkacaksak, yaşamımızı elli bin yıla uzatmalıyız. En azından bunun garantisi verilsin bize, dinleyelim.
Yaşam Gurusu tam ağzını açmış “Dostlar, canlar…” demişken Yaşlı birden kafasına indiririr saplı kül tablasını. Sonra bir daha. Yıkılır yere Yaşam Gurusu. Çığlıklar, ama’lar kopar ağızlardan. Yaşlı dansedip yine şarkıya başlar ve Delikanlı’yla Şişko oraya koşturur. Diğerleri ne yapacaklarını bilemez halde kalakalmışlardır. Bayılır Hassas Adam.
DELİKANLI: Naaptın deli herif!
ŞİŞKO: Aman tanrım! Korkunç bu! Ölmüş! Ölmüş değil mi?
YAŞLI: (Delikanlı’ya bakar neşeyle. İpler yukarıdan çekiştirilince elleri havaya kalkar.) Öldür demedin mi canım! Kızılacak ne var bunda? İstedin oldu. Belki de Tanrısın sen. (Kıkırdar.)
DELİKANLI: (Yakasına yapışıp savurur Yaşlı’yı.) Ben mi dedim. Seni ihtiyar pislik! Beş para etmez bunak. Neden bahsediyorsun sen?
YAŞLI: (Kısa bir dans figüründen sonra Delikanlı’nın sözlerini yineler.) Keşke hiç olmasalar diyen kimdi peki? Çenesi düşük kıçın senden bağımsız konuşuyor olabilir mi? He he! Ölümlüler yalancı olur derler. Yalancılar da iyi danseder. Herkes bilir bunu. Lay la laaaaay…
ŞİŞKO: Katil! Katilsin sen.
YAŞLI: (Müthiş bir şaşkınlıkla ve neşesini kaybetmeden geri çekilip bakar.) Katil mi? İçeri girdiği zaman nabzını kontrol ettiniz mi beyefendinin? Belki ölüydü. (Elleri kolları kuklavari havaya kalkar yine. Sonra ciddileşmiş gibi yapar.) Suçlu sizsiniz! Evet. Ben sadece gönüllüyüm. O da insanlara duyduğum aşırı sevgi ve güven yüzünden. (Abartılı bir masumiyet taklidiyle bakar.) Aldatıldığımdan haberim yoktu. Ahh. Gönüllü çalışmak da ne zor. Kadro açılmıyor bir türlü, sözleşmeliyiz. Maaşlar da az ama ne derler, mesleğini sevdin mi hayat çekirdek çıtlatmaktan farksız olur. Peki size ne buyurmalı? Bilinçaltınız dünyayı yok etmek isterken böyle kukumav kuşları gibi hiçbir şey yapmadan durmak için nasıl da korkak olunmalı? (Kahkaha patlatır ve birden değişir yüzü.) Hem yaşlıyım ben, üstüme gelmeyin. (Geriler geriler ve birden ayakta uyuma taklidine geçer.)
Kapı çalınır. Üç kere. Tak, tak tak!
Herkes irkilir.
GÜZEL KIZ: Polisler geldi. Kimliğiniz var mı sizin? Benim hiç olmadı. Kimliksiz doğmuşum.
ŞİŞKO: Kaçalım. (Etrafa bakınır.) Ama ben niye korkuyorum ki? Katil bu deli ihtiyar. (Kararsız kalıp bir masanın altına koşar.)
Hassas Adam o ana kadar bir kez yerden kalkıp Temsilci’nin ölüsünü görerek yine bayılmıştır. Bir daha dikilip, bir daha bayılır. Yaşlı bir kez daha köle patron şarkısına başlamış dönerek dansetmektedir.
DELİKANLI: Kahretsin!
ALAYCI: Neden korktuğunuzu anlamıyorum. Ölüler bir şey anlatamaz, bunu herkes bilir.
DELİKANLI: Yardım edin bana. Saklayalım şunu.
GÜZEL KIZ: Keşke bir sihirbaz olsaydı aramızda.
Güzel Kız, Delikanlı ve Alaycı, Temsilci’yi kollarından bacaklarından tutarlar. Zar zor taşıyıp sahnenin arkasında karanlık bir yere sallar atarlar.
Tak tak tak!
Hassas Adam seri uyanma ve bayılma dönemine girmiştir. Aralarda neler olduğunu izleyebilmektedir.
Ellerindeki pislikleri temizleyip üstlerini başlarını düzelterek kapıya doğru ilerler Güzel Kız, Delikanlı ve Alaycı.
YAŞLI: (Bağırır etkileyici bir ses tonuyla.) Giiir! Asla çıkamayanların ülkesinde vize uygulaması başlamadı daha. (Daha sert) Gir dedim. Giiir! Seni korkak!
GÜZEL KIZ: Sus!
DELİKANLI: Seni nalet herif! Kapa şu çeneni!
ŞİŞKO: (Masanın altından.) Ses çıkarmayın lütfen. Belki gider. (Ne yapacağını bilemeden, masanın iyice altına kaçmaya çalışırken bir şeyleri devirir.)
Gacıırt diye açılır kapı ama daha kimse görünmeden donar kalır herkes. Işıklar yarıya iner.
İKİNCİ PERDE
Yukarıdan tabela iner.
“TOPYEKÛN TACİZ ve EN KARANLIK AYDINLANMA DEVRİMİNİN BAŞLANGICI”
Işıklar tekrar açılır. Hareket başlar. İtişme sesleri gelir dış kapının arkasından.
DELİ KADIN: Çekil şuradan! Genelev önü mü zannettin burayı? Seni geri zekalı! (Deli Kadın içeri girer paldır küldür, kapıyı arkasından güüm, diye kapatır. Herkes ona bakar şaşkın.)
GÜZEL KIZ: Aaaa, o geri geldi.
DELİKANLI: (Sevinç içinde Deli Kadın’ın yanına koşturur.) İyi misin?
DELİ KADIN: Niye kötü olayım ki? Hep iyiyim ben. Kötülerden nefret etmekten başka şey bilmeyenler kötüye dönüşür sonunda. Fakat eee, (kafası karışmış lafın sonunu getirir) ben iyiyim işte.
ALAYCI: Onu tanımıyorsunuz, geri gelen biri asla önceden tanıdığımız kişi değildir. Gidilen mekanlar bir manto gibi kişinin üstüne geçer. Aradan geçen sürede onun ne gibi değişimler geçirdiğinin farkında mısınız?
Şişko zar zor çıkar masanın altından. Yaşlı yine uyuma taklidi yapmakta arada “Peee!” diye gözlerini açıp gülmektedir. Hassas Adam ayılmayı bırakmış, horuldayarak yatmaktadır yerde.
ŞİŞKO: Ne vardı dışarıda? Ne gördün? (Yuvarlanır gelir Deli Kadın’ın yanına, kendine çevirir.)
DELİ KADIN: Dışarısı mı?
GÜZEL KIZ: Evet anlat lütfen, çok merak ediyorum. Mağazalar nasıl? İnsanlar şık mı? Eğleniyorlar mı?
DELİKANLI: Seni ayartmaya çalıştılar mı? Ne teklif ettiler?
DELİ KADIN: Hiçbir şey yok dışarıda…
ŞİŞKO: Nasıl yani?
GÜZEL KIZ: Ne demek istiyorsun?
DELİ KADIN: Hiçbir şey yok diyorum işte. Sadece karanlık. Bir de bitmek tükenmek bilmeyen bir uğultu. Nemli, bunaltıcı, sıkıcı. Sizin yanınız bile daha iyi, inanın bana.
DELİKANLI: Bu her şeyi değiştirir. (Düşünceli yere bakar.)
ALAYCI: Bir şeyin değişmesi için karanlıktan daha fazlasına ihtiyacımız var.
ŞİŞKO: (Aklı başına gelince sinirli döner.) Peki ama, kime bağırdın o zaman öyle? Sesini duyduk.
DELİ KADIN: Kimseye!
GÜZEL KIZ: İnanmıyorum sana! Dışarı çıkmayalım diye böyle konuşuyorsun.
DELİ KADIN: İster inanın ister inanmayın. Dışarıda hiçbir şey yok!
GÜZEL KIZ: Göreceğiz. (Büyük bir kararlılıkla tekrar yürür kapıya. Çekiştirir, ama açılmaz.) Demek kilitledin bir de?
ŞİŞKO: Biz niye çıkamıyoruz peki? Bu işte bir iş var.
DELİ KADIN: Ben nerden bileyim geri zekalı. Demek ki öyle bir yeteneğiniz yok. Kapıyı açıp dışarı çıkmak için iyi niyetli, saf birisi olmak gerekiyordur belki.
GÜZEL KIZ: Çok saçma! Peri masallarında olur bu sadece.
ŞİŞKO: Irkçılık yapıyorsun!
DELİKANLI: Benim kafam karıştı. Dışarıda sadece karanlık varsa biz neye karşı direniyoruz peki?
ALAYCI: Cevap sorunun içinde saklı olunca ne kadar da heyecanlı oluyor düşünmek.
GÜZEL KIZ: (Deli Kadın’a yaklaşır.) Bir şeyler var sende. (Geriye çekilir hafif.) Baksana, boynun, ellerin kararmış, damarlarına kontür çekilmiş sanki.
DELİ KADIN: (Kendini geriye çeker.) Saçmalama. (Ellerini temizlermiş gibi birbirine sürter. Bir eliyle boynunu kapatır. Ayakta komik bir şekilde uyuklayan Yaşlı’yı gösterir sonra.) Bu da kim?
DELİKANLI: Bilmiyoruz. Birden çıktı ortaya. Belki de hep buradaydı.
GÜZEL KIZ: (Gayet ciddi.) Dünya oluştuğundan beri belki de.
ŞİŞKO: Bir katil o!
YAŞLI: (Gözlerini açıp peee, yapar ve delice güler. İpler ellerini ayaklarını çeker, oynatır onu.) Saygılar güzel bayan. Ağzınızdan nur dökülürken bülbüller şakımayı unutuyor. Gözlerinizdeki o keyifli ışıkların yanında denizlerdeki yakamozlar kurum tanelerine dönüşüyor. Yürüyüşünüz kış uykusuna yatmış yılanlara ninni gibi geliyor. Ah bu ne şans, bu ne şeref benim için. (Eğilir, reveransla.) Kalbim olsa dışarı çıkacak, beynim olsa trampet çalacak…
DELİ KADIN: (Hafif mest olmuş, ağzı yamulmuş şekilde.) Hadi ordan be!
YAŞLI: O pamuk ellerinizin, küçük ayaklarınızın karanlığa batmasına nasıl izin verdiniz küçüğüm? Bir daha sakın bırakmayın bizi. (Dans etmeye başlar keyifle.) Gözlerini kapattılar mı çakallar görünmez karanlıkta. Işık üstüne konup yansıyamıyorsa nasıl görürsünüz kiri? Dışarıda her şey var. Ha ha ha. Bir tek onur yok. O da bakkalda on paraya satılıyor. Lay lay la lay…
ŞİŞKO: Kapa çeneni! (Diğerlerine döner.) Birisi sustursun şu deliyi. Çok önemli sorunlarımız var burada. Bilmek istiyorum… (Yarım kalır konuşması.)
Tak tak tak. Çalar yine kapı.
Dönüp bakar hepsi. Hassas Adam da gözlerini ovuşturarak uyanıp ayağa kalkar. Şişko kaçıp masanın altına girer yine. Alaycı bir sandalyeye çöküp ayak ayak üstüne atar rahat bir tavırla…
ALAYCI: Film başlıyor. Mutlu sonun anca antraktta görüldüğü bir film bu.
HASSAS ADAM: Çok güzel bir rüya gördüm. Hepiniz böyle, aynen bu şekilde duruyordunuz. Ama aslında…
ŞİŞKO: Şşşt!
DELİKANLI: Korkmayın, polisler kapıyı anca girdikten sonra çalar. Bu bir başkası.
Tak tak tak… Hassas Adam gözlerini ovalayıp kapıya bakar.
GÜZEL KIZ: Hani yoktu dışarıda kimse. Seni deli karı. İttirdiğin adam kimdi, söyle?
DELİ KADIN: Karanlıktı dedim ya. Görmemişimdir. Hem ben kendimle de atışırım arada.
YAŞLI: Elma dersem girin. Armut dersem kendinizi yakın. Ah, lütfen demeyi unuttum. (Bir kutunun üstüne çıkıp ellerini gözlerine siper eder.) Görüyorum onu. Karanlığın efendisi bu. Yine de girmek için izin istiyor. Ne kadar da terbiyeli. İzin veriyorum o halde… Giiirrr!
ŞİŞKO: Susturun şunu. Yalvarırım susturun.
ALAYCI: İnsanlığın en kaba icadı kapıdır. Hep söylerim bunu.
DELİKANLI: Girsin kim girecekse. En azından hareket olur. İçiniz geçmiş hepinizin. Ne bir şey hatırlama ne de isyan etme yeteneğiniz var.
GÜZEL KIZ: Ya sen! Vicdanını bekleye bekleye vicdansız bir şekilde öleceksin burada. Ne acı!
HASSAS ADAM: Dinlemiyorsunuz ki, rüyamda da aynen böyle…
ŞİŞKO: Şşşt…
Kapı gacırdayarak açılır. Bir kafa uzanır. Sonra içeri giriverir yine Yaşam Gurusu.
HASSAS ADAM: Hayır böyle değil, yanlış oldu burası. Hayat bir rüyayı taklit etmekten bile aciz.
GÜZEL KIZ: Ama ama, ölmemiş miydi bu?
ALAYCI: (Güler ayağa kalkarken.) Onların tek olduğunu mu düşünüyordunuz? Hepsinden en az bir düzine üretiliyor olmalı.
DELİKANLI: Taklidin taklidi demek.
ŞİŞKO: (Sevinç içinde çıkar masanın altından.) Oh oh, ne güzel bir sürpriz bu.
DELİ KADIN: Tanrı doğa üstü olaylara izin verecekse neden benim bir kedi olarak yeniden doğmama izin vermiyor, sorarım…
YAŞAM GURUSU: (Etkileyici bir tarzda, hafif kalın konuşur.) Merhaba güzel insanlar. Merhaba günün kaderini bir avuç kum gibi sıkılı yumruklarında taşıyanlar…
YAŞLI: Oh hoh ho! (Hızla delikanlının yanına gelir, kül tablasını bir kez daha kaparak.) Emirlerinizi bekliyorum efendim.
DELİKANLI: Seni gerzek, öldürerek onları bitiremeyeceğini göremedin mi hala?
YAŞLI: Ama lütfen. Bitirmek değil ki mutluluk veren. Sadece yok etmek. Bir insan daha başka nasıl mutlu olur? (Düşünür.) Bu konuda bir şarkı vardı. Dur bakayım. (Eli çenesinde düşünmeye başlar.)
YAŞAM GURUSU: Bakın ne diyeceğim. Sizi daha önceden tanıyor gibiyim ve sanki bir sürü şeyi paylaştığımız duygusuna sahibim. Size de öyle gelmiyor mu?
DELİ KADIN: Bir çabuk ne diyeceksen desen de defolup gitsen. Sanki genelevde kadınlarla konuşuyor pezevenk. Yapacak işlerimiz var burada.
Deli Kadın’a bakarlar şaşarak. Yaşlı Adam düşünerek ve kolları ipler tarafından çekiştirilerek volta atmaya başlamıştır sarsak hareketleriyle.
YAŞAM GURUSU: Hımmm, ehh…
ŞİŞKO: (Deli Kadın’a bir şey söylemekten vazgeçip Yaşam Gurusu’na döner.) Ben sizi tanıyorum. Siz meşhur Yaşam Gurusu’sunuz ve sanıyorum bize çok önemli şeyler söylemek için buradasınız.
DELİKANLI: Ona ne şüphe! (Söyleyip tepkisel bir şekilde bir yere oturur.)
YAŞAM GURUSU: (Şişinerek öne doğru yürür, tekrar morali yerine gelirken.) Dinleyin beni canlar. Buradayım çünkü sizi seviyorum. Görmeden, tanımadan sadece insan olmayı başarabildiğiniz için seviyorum sizi. Acı çekmenizi istemiyorum. Kederinizin, sıkıntınızın, öfkenizin tüm dünyaya sirayet edeceğini, mutsuz kuşaklar yaratılacağını çok iyi biliyorum. Güvenin bana ve dinleyin. Yaşamak başlı başına bir felsefe değil mi? Güzel yaşamak nedir peki? Sanat mı? Çocukluk hayallerinin hedeflediği bir rüyaya geçiş yapmak mı? (Güler anlayışlı.) Güzel yaşamak bir mutluluk stratejisidir ve ne yaptığını bilen, akıllı insanların rahatça ulaşabilecekleri bir hayaldir. Yeter ki adımlarını doğru noktalara yerleştirsinler ve yaşamın boşluklarından sakınsınlar. Bulutlara basarak gökyüzüne tırmanabilirsiniz. Ama bunun için önce üstünüzdeki ağırlıklardan kurtulmanız lazım. Siz! (Parmağını şık bir hareketle onlara uzatır.) En büyük düşmanınızın kendiniz olduğunun farkında olmadan başarıya ulaşmanız nasıl mümkün olabilir?. Mutluluğa uzanan o harika yola barikatları siz döşüyorsunuz. Daha fazla kazanmanın peşindesiniz. Ah ne acı, böylesi banal, basit, gündelik insani zaaflara düşmek! Pazarlık öneriyorsunuz ve aslında tümüyle sahip olduğunuz şeyleri istiyorsunuz. Arsızca ve bilinçsizce. İş birliği yapmadan nasıl ortak olacaksınız peki kazanca? Çıraklık yapmadan nasıl usta olacak, nasıl yükseleceksiniz? Hazıra konmak mı niyetiniz? Kurnazlık mı etmek? Böyle olmadığını biliyorum. Ama şaşkın olduğunuzu, bir çıkış yolu bulamadığınızı da biliyorum…
Çok etkilenmiştir herkes. Hayranlıkla birbirlerine bakmaktadırlar. Delikanlı önüne eğilmiş, kafasını ellerinin arasına almış sallanmaktadır sıkıntıyla. Deli Kadın, kollarını kavuşturmuş anlamsızca bakmaktadır.
Yaşam Gurusu gözlerini kapatıp, ellerini önünde kavuşturarak, huzur içinde bekler…
Yaşlı: Hah buldum. (Güzel bir melodiyle söyler.) Hazıra konmak mı niyetiniz, kurnazlık etmek mi, Tanrıya yalvarın, sizi yönetici yapsın. Şaşkın mısınız, niye yaşadığınızı bilmiyor musunuz, o zaman da göt yalayın. He he he. (Güzel bir bacak hareketiyle bitirir.) Ne de güzel bir şarkıydı, Dolores Aranja’nın ağzından meydana yayılır yayılmaz nasıl da devrim için yürümüştü milyonlar. Hah. Sadece bir metre yürüyebilmişlerdi, çünkü ne için yürüdüklerini unutmuşlardı ilk adımda. Garip olan Latin bülbülü Dolores’in de ne söylediğini unutmuş olmasıydı. Aaaah ah! Güzel günlerdi. Bu yaşta anca hatırladım işte.
Bağırıp susturur Yaşlı’yı Güzel Kız ve Şişko. O uyuma taklidine geçer yine duymamış gibi.
ŞİŞKO: Hayatın gerçekleri üzerine aydınlanırken dikkatimizi dağıtmaya utanmıyor musunuz!
YAŞAM GURUSU: (Gözlerini açar. Önündeki insanları tatlı bir bakışla süzer.) Gündelik arzuların ışığında bir bebek gibi sızlanmakla yaşamı harcamak ne kadar kolay! Yeniden doğacağınız gerçeğinden kimse bahsetmedi mi size? Tüm canlılar dönüşerek, gelişerek, olgunlaşarak sonsuzluğa dek bıkmadan usanmadan gelecek bu dünyaya. O halde, acı çekmekten kaçınmadan, üzülmekten yerinmeden, bu tatlı işkenceden zevk alarak ruhumuzu eğitmeye vermemiz gerekmez mi kendimizi? Ve siz! Her şeye sahipken, şu yüce dünyayla bütünleşmeye adanmak varken neden iç felsefesi olmayan, sadece huzuru, evrensel uyumu bozmaya yönelik anarşist emirlere uymayı seçebiliyorsunuz?
DELİKANLI: (Yerinden kalkar pat diye.) Ne yapmamız gerektiğini söyleyin o zaman. Direnecek bir hedef verin bize. Dışarı çıkmamız gerekirse çıkarız. Fakat, sonra ne olacak?
DELİ KADIN: Karanlık orası. Çok sıkıcı.
ŞİŞKO: Bizi şu anlamsızlıktan kurtarsın yeter. İnanıyorum ben. İyiliğimizi düşünüyor besbelli.
HASSAS ADAM: Hem seviniyorum hem korkuyorum şimdi. Mutluluğun peşinden uçuruma adımımı atacakmış gibi hissediyorum.
GÜZEL KIZ: Bitsin artık şu işkence. Güvenebileceğimiz biri bu.
YAŞAM GURUSU: Ne yapacağınızı söylüyorum işte. Şu an ve hep. Değişmez gerçeğin içinden sesleniyorum size. Açın arsızlığın sert betonuyla kaplanmış kulaklarınızı. Dışarı çıkın. Sistemin bloke olmasına izin vermeyin. Üretim sürsün. Tüketim de. Başkalarının para kazanmasını, çocuklarını doyurmasını, teknolojinin gelişip sağlığı, bilimi, doğayı yüceltmesini bencilce engellemeye ne hakkınız var? Evrensel kozmosun size ihtiyacınız kadarını sunacağından kuşku duymaya nasıl cüret ediyorsunuz? Ve size mal üretmek, hizmet sunmak için çırpınan, dilediğinizce harcayın diye yeterli parayı her ay ellerinize bırakmak için türlü riske gözü kapalı atılan sermayeden kuşku duymak nasıl büyük bir ihanet! Evet. Bugün, sadece mutluluğunuzu, huzurunuzu, geleceğinizi düşünerek bir iyilik yapın kendinize. Çıkın dışarıya.
Alkışlamak üzere ellerini kaldırırlar. Delikanlı ve Deli Kadın kuşkulu ama kararsız bakmaktadırlar. Şişko alkışlamaya başladığı anda telefon da çalar ve diğerlerinin elleri havada kalır. Şişko’nun alkışı da yavaş yavaş sönüp gidecektir. Yaşlı sevinçle uyanıp çevresinde döner. Bir o alkışlar artık. Herkes tetiktedir. Yaşam Gurusu da telefona dönmüştür.
YAŞLI ADAM: (Keser alkışı ve bir parmağı havada konuşur.) Beni uykumdan her zaman gerçekler uyandırır. Bu telefon... (Parmağını sallar.) Bu telefon masalların arasına yerleşmiş bir anarşist iblis. Perilerle mutlu prensesleri birbirine kırdırmaya çalışan bir bölücü. Ah uyanmak ne hoş. Ölü olduklarından habersiz ölülerin korktuğunu görmek ne hoş. (Uyur yine.)
DELİKANLI: Biliyordum bir şeylerin ters olduğunu, hissediyordum bunu. (Koşar telefona.) Kuşku yiyordu içimi.
ALAYCI: Kuşku mutsuzluğun anahtarıdır.
ŞİŞKO: Hayır, açma, dinlemek istemiyorum artık onu! (Diğerlerine bakar.) İstemiyoruz.
YAŞAM GURUSU: (Tatlı ve huzurlu tavrını bozmadan konuşur.) Kimden bahsediyorsunuz?
GÜZEL KIZ: Vicdanımız olabilir. Ama niye bunu hissedemiyoruz ki? Önceden anlamamız gerekmez mi telefonun çalacağını?
YAŞAM GURUSU: Vicdan mı? Ama ne komik, benim vicdanınızı temsil ettiğimi göremiyor musunuz?
ALAYCI: Siliniyorsun yavaş yavaş. Yakında görünmez olabilirsin.
HASSAS ADAM: Bir dakika! Bu anı ben sunmak istiyorum. Açacak, açıyor, evet, açtı. Kulağına götürdü telefonu. Dinliyor. Bize bakıyor. Yine dinliyor. Ay öleceğim heyecandan.
DELİKANLI: (Ahizeyi kapatarak heyecan ve mutlulukla.) Vicdanımız arkadaşlar!
ŞİŞKO: İnanmıyorum buna. Bir yanlış numara daha.
DELİ KADIN: Kapa çeneni. Hey. (Delikanlı’ya doğru bağırır.) Söyle ona, gelsin yanımızda dirensin çok biliyorsa.
GÜZEL KIZ: Ne diyor?
DELİKANLI: Bir dakika! (Dikkatle dinler.) Diyor ki. Yaşam Gurusu olduğunu söyleyen arkadaşa sorun diyor, arabuluculuk için para alıyor muymuş?
Herkes Yaşam Gurusu’na döner. Yaşlı Adam arada gözünü açıp bakmaktadır neler olup bittiğine ve yine arada yukarı dönüp sırıtmaktadır…
YAŞAM GURUSU: (Onlara bakıp, kendinden emin) Tabii ki alıyorum. Size az önce açıkladığım döngüde para temel taşıdır. Soru o derece abes ki…
DELİKANLI: O halde şu çok açıkmış. Siz sistemin ya da direktifinde çalıştığınız herhangi bir birimin paralı elemanıymışsınız. (Dinler az bir süre.) Bir felsefeci olarak, hayatı çözümlemenin; korku, kaygı, bağımlılık, yanlılık gibi kavramlardan tamamiyle kurtulmayı gerektirdiğini bilmiyor olamazmışsınız.
YAŞAM GURUSU: Yani… (Kıvranmaya başlamıştır. Ne cevap vereceğini düşünmektedir.)
DELİKANLI: Başkalarının parası başkalarının ağzından konuşmayı gerektirirmiş. Yani, sizin, gerçekleri değil de, sistemin duymamızı istediği şeyleri söylemeniz bir zorunlulukmuş. Sistemin halkın gözünü boyamak ve kolayca tüketim ağına düşürmek için kullandığı dezenformasyon ağızlarından birisiymişsiniz. Sadece bir felsefeci olarak değil, bir insan olarak da yaşamın doğal döngüsüne ihanet ettiğiniz için utanmanız gerekiyormuş. Ve… (Dinler.) Bizden özür dilemenizi istiyor, gitmeden önce.
YAŞAM GURUSU: (Konuşmayı dinlerken iyice sıkılmış ve çökmüş olarak.) Eeee, konjonktürel varoluş ekseninde, insanın eklektik yapısı göz önüne alınırsa… Eee. (Eli gözünün oraya gider. Dokunur, gözlerinin önüne getirir. Bakarken dehşete düşer birden.) Bir gözyaşı. Aman tanrım! En son küçücük bir çocukken ağlamıştım. Olamaz bu! (Oradakilere bakar kocaman gözlerle. Dönüp omuzları düşük yürür ve kapıdan çıkar gider… Kapanır kapı ardından.)
DELİKANLI: (Elindeki telefona bakar.) Alo, alo. Kapattı yine.
GÜZEL KIZ: Bilmem farkında mısınız? Yaşam Gurusu gitti. Çıktı gitti kapıdan. (O tarafa doğru yürür şaşkınca.)
YAŞLI: (Bir asker gibi rap rap yürüyüp telefonun önünde durur.) Ama şimdi kimden emir alacağız. (Gözünün yaşını siler.) Komutanım! Savaşın ortasında böyle bir kayıp. Ne acı!
ŞİŞKO: (Elini kolunu sallayarak, sinirli, odanın bir köşesine yürür.) Bıktım artık. O halde, niye söylemiyor bu çok bilmiş ne yapmamız gerektiğini. Korkakça değil mi bu?
DELİKANLI: Korkakça mı? Korkak olan biziz. Niye direndiğimizi hatırlamaktan bile korkuyoruz. Kendi vicdanına korkak diyen insanlarla omuz omuza vermek de insanı rahatlatmıyor, bu kesin.
DELİ KADIN: Huzur, rahat, konfor. Koca kıçını rahat bir koltuğa koymaktan başka derdi yok kimsenin.
ALAYCI: (Sandalyede kıçının yerini değiştirirken) Ben, bahsettiğiniz şu yüce mertebeye ulaşmış ben, neden hâlâ çaresiz hissediyorum acaba?
Televizyon açılır birden. Güzel Kız görür bir tek. O tarafa doğru yönelir. Sadece karıncalı görüntü…
HASSAS ADAM: Hepimiz topluca intihar etsek nasıl olur? Kimsenin bize bir şey buyuramayacağı bir evrene geçelim bence. Bundan daha güzel bir şekilde direnilebileceğine inanamıyorum.
ALAYCI: Toplu intiharın içindeyiz zaten. Her gün her saniye. Daha ne yapmamız gerekiyor?
DELİ KADIN: Dinleyin bakın. Megafonu dışarıya yerleştirmeye ne dersiniz? Ha ha! Kendilerini dinlemeye bayılır bunlar. Başka en ufak bir sesi bile duymadıklarına kalıbımı basarım. Kendi emirlerini uygulayıp terk edeceklerdir burayı. Biz de ne istiyorsak yaparız.
DELİKANLI: (Heyecanlı.) Yeni bir rejim kurarız sonra. Ha ha! Bunu mu demek istiyorsun?
DELİ KADIN: Hayır canım, ne alakası var. (Elini savurup odanın bir köşesine doğru hareketlenir.) Eeeh. Sıkıldım yine. Rejimmiş. Saçmalığa da bakın!
ŞİŞKO: Saçmalık mı? Saçmalık ne söyleyeyim ben size. (Telefonun yanındadır şimdi. Kablosunu alır sallar elinde.) Bu telefonun kablosu kesik. (Megafona döner ardından.) Keza, megafonun da öyle. Fark etmiş miydiniz bunu?
DELİKANLI: (Deli Kadın’a bir cevap veremeden Şişko’ya dönmek zorunda kalır allak bullak olmuş.) Ne demek oluyor bu peki?
HASSAS ADAM: Ne demek olduğunu söyleyeyim size. Her şey sanal. Beynimizde yaratıyoruz bu kabusu.
Güzel Kız televizyonun karşısında kilitlenmiş, dudakları hafifçe kıvrılmış, aklını kaybetmiş gibi izlemektedir. Yaşlı gözünün yaşını siler. Askeri dönüşle, rap rap odanın uzak köşesine yürür.
DELİ KADIN: Vicdanın kabloya gereksinim duyacağını nereden çıkardın peki seni salak!
DELİKANLI: Sistem de beynimizin içine yerleşmiş bir virüs olmasın? Mutlaka öyledir. Şüphem yok bundan…
ALAYCI: İlaç kullanırsak yedi günde, kullanmazsak bir haftada geçecek bir şey o zaman.
ŞİŞKO: Neyse. Sizinle konuşmak hata zaten. (Ağzını kapadığını belirtir bir hareket.) Susma hakkımı kullanıyorum. Nasıl olsa devinim sürüyor. Ben otursam da değişecek dünya ve burası bir süre sonra burası olmayacak. Biz de biz olmayacağız.
DELİ KADIN: Çağlar da geçse burası hep pislik kokacak, buna kuşku yok.
YAŞLI: (Denetimsiz bir palyaço gibi elini kolunu savurarak yaklaşır yine.) Her kokuyu alırım ben. Burası ne kokuyor söyleyeyim. Zayıflık!.. Güç yok. İhtiras yok. Hedef yok. Yırtıcılar için açık büfeyle doldurulmuş bir salon burası. (Güler ve klas bir dans figürüyle süsler gülüşünü. Sonra ağlamık bir ifadeye bürünür yüzü hemen. Telefona bakar ve ayaklarını sürüyerek o tarafa yürür yine.) Komutanım. Komutanım! Neden yoksunuz? Hangi mezar kendine siper süsü verip de kandırdı sizi? Hangi alçak düşman güzel bacaklı bir Fransız yosması kimliğine bürünüp peşinden sürükledi beyni yaralarından akıp gitmiş aç bedeninizi. Aaah ah! (Tekrar elini alnına çakıp selam duruşuna geçer.) Kokuyu alıyor musunuz komutanım? Düşünmeye cüret edenlerin katledildiği o toplu mezarın nerede olduğunu buldum galiba. Ama yansız, hiçbir partiye biat etmeyecek bir köpeğe ihtiyacım var emin olmak için…
MEGAFON: (Zangırdar. Öksürük duyulur. Telefon çalar sonra arka planda. Pür dikkat dinler herkes içeride. Yaşlı, telefonun çalışını taklit eder. Telefonun açılış sesi. Öksürük durur.) Evet efendim… Hayır efendim. Evet efendim… Hayır efendim. Evet efendim. Hayır efendim. Haklısınız efendim… Hayır efendim. Doğru efendim… Katılıyorum efendim. Evet efendim… Elemanlarımızın toplu seks yaptığını reddetmemiz tabii ki mümkün efendim. Evet efendim. Yedi bin üç yüz kişi kadar. Hayır efendim. Hı hı efendim. Raporda bastırılmışlık lafının geçtiği konusunda hemfikirim efendim. Sildik efendim. Haklısınız efendim. Siktirin gidin efendim. Hı hı efendim. Yanlış anladınız efendim. Doğru efendim. Emredersiniz efendim. İleteceğim efendim. İyi günler efendim. (Çat, diye kapanır telefon. Gacırdayarak açılır bir kapı.) Kim var orda? Kim var?. Kimsin? Ortaya çık.
(Merhaba amca, der küçük bir kız çocuğu sesi. Yerinden fırladığı belli olur megafonun sesinin. Bağırır.) Bu da ne. Korumalar. Hay Allah! (Gürültüyle kaçarken kapanır megafon.)
YAŞLI: (Şarkı) Küçük kalanların dünyasında ne de cesur olur çocuklar. Sessiz kalanların dünyasında ne de yalnız olur cesurlar… (Lay lay’larla sürer şarkı.)
DELİKANLI: (Bir süre volta attıktan sonra.) Benim anlamadığım, niye baskın yapmadıkları, niye tutuklamadıkları bizi? Belki de güçleri kalmadı. Tükettiler kendilerini.
DELİ KADIN: Ne belli şu anda haince planlar peşinde olmadıkları. Ama aha yazın bakın buraya. Ölüm çıkar buradan.
ALAYCI: Sıkılıp gitmezsen tabii.
DELİ KADIN: O ayrı.
ŞİŞKO: Kötü niyetli olmadıklarını niye düşünmüyoruz peki? Sizdeki özgüvene de hayran kalmamak mümkün değil. Hem de altyapınız sıfırken. Adınızı bile hatırlamıyorsunuz ama karşı koymak diye bir terane tutturmuşsunuz gidiyor… Ne güzel!
DELİKANLI: Karanlıktan bahsettin ya. (Deli Kadın’a bakar.) Bence dekordu karanlık. Aydınlığı görmemizi engellemek niyetleri.
ALAYCI: Aydınlık dekordur. Karanlıksa değiştirilemez, yerinden oynatılamaz, üstüne konulan her türlü insan yapısı şeyi yutacak bir mutlak gerçek bataklığıdır.
HASSAS ADAM: Burada bizi izlemekten başka bir amaçları yoktur belki de.
DELİKANLI: Nasıl yani.
HASSAS: (Şişko yine dinlenmediği için kızgın arkasını dönerken o öne çıkar.) Denek olarak kullanılıyor olamaz mıyız? Davranış bilimi uzmanlarının şu anda not aldığını görür gibi oluyorum ve ellerimi nereme koyacağımı bilemiyorum. (Panik içinde saçlarını düzeltir, üstüne bakar.) Saçlarım nasıl? Ah. Üstüm başım da iğrenç durumda.
DELİKANLI: (Kapıya bakar düşünceli.) Sadece bekliyorlar. İrademizin çökmesini, ağlayarak bir çocuk gibi onlara koşmamızı bekliyorlar.
DELİ KADIN: Avuçlarını yalarlar.
DELİKANLI: Kesinlikle. Onlar gelecekler. Özür dileyip, isteklerimize kulak verecekler.
ŞİŞKO: Pöh, ne istiyorsunuz, söyleyin o zaman!
DELİ KADIN: Kapa gaganı, seni baykuş! Susma hakkını kullanmaya devam et, yoksa…
ALAYCI: Bana bir kilo kadar direnme gücü lazım bu arada. Nereden alabilirim, biliyor musunuz?
Yaşlı, yüksekçe bir yerin üstüne çıkıp havalı bir kaşif pozu verir. Televizyona doğru bakar.
YAŞLI: Ufukta ahlaksızlık göründü! Denizin üstü delirmiş çöplerle dolu. Aman Tanrım! (Elleri kolları çekiştirilir yukarıdan.) Karanlıktı su eskiden. Şimdi pembe puantiyeli. Dijital dünya korsanları kendini koyun sanan, kaçmayı akıllarına bile getirmeyen yunusları avlıyor. Pıhtılaşmış bilinç adalarından gökyüzüne yükseliyor medya kompleksleri. Bu kadar! (Yeniden aynı kaşif pozunu alır, kımıldamaz.)
HASSAS: (Yaşlı’nın baktığı yere bakar ve bağırır.) Şuraya bakın. Birisi televizyonu açmış.
Kaskatı durmaktadır Güzel Kız bir süredir. Hiç kımıldamadan ekrana bakmaktadır.
ŞİŞKO: Televizyon mu? Televizyon muydu o?
DELİ KADIN: O yüzden öldü içine attığım karıncalar...
ALAYCI: Dünyadaki alıklığın tümüyle sığabildiği tek nesne. Aman Tanrım!
HASSAS ADAM: Korkuyorum, hislerim bana bir şeyler diyor ama tercümana ihtiyacım var. Ne dediğini anlayamıyorum.
ŞİŞKO: Hatırlıyorum, bir zamanlar kara delik sanıyorlardı onu. Burada çalışanlardan kimbilir kaç kişiyi içine çekip yok etmişti. Gazete kağıtlarıyla kapatmışlardı üstlerini de fotoğraflardaki insanlar bile silinip gitmişti.
DELİ KADIN: Hiç hatırlamıyorum böyle bir şey. İlgi çekmeye çalışıyorsun yine.
DELİKANLI: (Yaklaşmaktadırlar yavaştan Güzel Kız’a. O donuk, televizyona bakmaya devam etmektedir. Seslenir.) Hey, iyi misin?
Telefon çalar birden. Deli Kadın tam da yanındadır o sırada. Birden açar.
DELİ KADIN: Alo. Haaa. Tamam tamam. Öfff! Hadi hadi… (Kapatır, televizyona bakar.)
DELİKANLI: (Beklentiyle ona dönmüş, sorar.) Ne dedi?
DELİ KADIN Bilmiyorum valla. Bir şey düşünüyordum. Tam da anlaşılmıyor zaten lafları…
DELİKANLI: Hay Allah! (Koşup telefonu kaldırır.) Alo alo!
ŞİŞKO: Seni deli karı!
Güler Alaycı ellerini birbirine çarparak.
DELİ KADIN: Eeeh. (Ellerini takmaz bir tavırla yukarı kaldırıp omzunu silker.)
ALAYCI: Bakalım telefon açılmayınca televizyona da çıkabiliyor mu vicdanımız?
DELİKANLI: Alo! (Kapatır ve diğerlerine döner telaşla.) Hay aksi! Bir tehlike var! (Koşturup kızın önüne geçer.) İyi misin? Hey! (Gözlerini kapar ve birden yere yığılır kız. Diğerlerine el ederek.) Kapatın şunu!
ŞİŞKO: (Koşar televizyonun önüne, ne yapacağını bilemeden bağırır. Bakmamaya da çalışır ekrana.) Kapan, kapanır mısın lütfen!
DELİKANLI: (Bir tokat atar Güzel Kız’a.) Uyan! Uyan lütfen!
HASSAS ADAM: İnanamıyorum bir kıza vurdu. Savunmasız bir kıza. Ah! Nasıl da terbiyesizlik!
ŞİŞKO: Rica ediyorum. (Göz ucuyla bakarak.) Kapan lütfen.
DELİ KADIN: Hepiniz salaksınız. Sıkıldım. Gidiyorum ben.
Heykel pozunda horul horul uyumaya başlamıştır Yaşlı. Deli Kadın kapının oraya gider. Çekiştirir, açılmaz bu sefer ona da.
DELİ KADIN: Seni beş para etmez kapı! Beni burada tutabileceğini sanıyorsun ha. (Tükürür kapıya. Yine çekiştirir. Açılmaz.) Ah seni!..
DELİKANLI: (Sarsar kızı bir kez daha.) Uyan! Başarabilirsin geri dönmeyi. Uyku dirençli bir insanı asla yanında tutamadı bugüne dek.
ALAYCI: Başka bir seçeneği olmadığını söyle ona. Ya uyuyacak ya da ayakta uyuyacak. Birisini seçmeli derhal.
ŞİŞKO: Biz, evet, hepimiz, kapanmanızı istiyoruz. İzlemek istemiyoruz sizi. Lütfen anlayışlı olun.
HASSAS: (Delikanlıya kızmaya devam ederek.) Anlaşılacak gibi değil! Hem öğretmen de değilsin sen. Vurduğun yerde hiçbir şey bitmeyecek… (Kendini tokatlar.) Annem hep insanların acısını paylaşmamız gerektiğini söylerdi.
Aynı anda, televizyon kapanır, Delikanlı tokadını bir kez daha kaldırmışken Güzel Kız da uyanır.
ŞİŞKO: (Eğilir saygıyla.) Sağolun. Çok müteşekkirim. (Arkasını döner dönmez açılır yine televizyon. Dönüp bakınca yine kapanır.
DELİKANLI: Uyandı. (Güler sevinçle.)
ALAYCI: (Alaycı ifadesiyle.) Dışarı çıkmayı başardı işte sonunda.
DELİ KADIN: (Yılarak döner diğerlerinden yana.) Aman ne güzel. Saatlerin aptallıkla geçip duruşunu kutlayalım o halde.
HASSAS: Kadınlarda haysiyetin zerresi yok demek. Tokatla iş yaptıklarına inanamıyorum.
DELİKANLI: İyi misin?
GÜZEL KIZ: (Doğrulup bakınır.Ayağa fırlar birden, neşeyle.) İyilik güler yüzümüzde. Yumuşaklık ayaklarımızda. Kindo terlikleri. Özgürlüğe uzanan adımlar. Hayatın anlamı. (Şık bir gülüşle bakar içeridekilere. Öyle de kalır.)
DELİKANLI: (Bakar bir süre. Yaklaşır kızın yüzüne doğru. Elini gözlerinin önünden geçirir.) Bir şeyler olmuş buna.
ŞİŞKO: Güzel şeyler söyledi aslında. Tepkimizi bekliyor olmasın?
Birden televizyonda bir görüntü açılır. Şişko tam, bir kez daha oraya bakmışken ürküp geriler içeridekilere doğru. Otoriter tipli karanlık bir tip onları izlemeye başlamıştır. Sanki görmektedir hareketlerini. Öylece bakıp duracaktır bir süre. Şişko Delikanlı’nın arkasına saklanacaktır.
GÜZEL KIZ: (Birden hareketlenir.) Sorular anlama, anlam geçmişe uzanıyor. Yüz yıllık deneyimimizle paranız artık emniyette. Büro Bank. Özgürlüğün sesi. Hayatın anlamı. (Yine aynı reklam kızı gülüşüyle bakar uzaklarda bir yere.)
DELİ KADIN: Delirmiş bu. Ya da akıllanmış. İkisinden biri.
ŞİŞKO: (Delikanlı’nın arkasından.) Hayatın anlamını çözmüş olabilir mi sizce?
ALAYCI: Öyle olsa gülmezdi emin ol.
HASSAS: (Boğazındaki urganı gevşetmeye çalışırken.) Ben hayatın anlamını bulsam donuma işerdim gülmekten.
DELİKANLI: (Hafif bağırarak ve o anda aklına gelmiş gibi.) Televizyonun etkileri olmalı bunlar.
ALAYCI: Hayatın anlamını bulmak mı?
Delikanlı tam bir şey söyleyecekken durur, bir an televizyondaki adama bakar. O da ona… Delikanlı yaklaşır, yaklaşır, diğerleri de izlerler ekrandaki adamı. Şişko peşindedir Delikanlı’nın. Güler televizyondaki adam bir sırtlan gibi ve eliyle kumanda işareti yaparken (sesi açması anlamında), Delikanlı televizyonun fişini çekip yine içeridekilere döner. Kararmadan önce hayır anlamında, kızgın bir ifadeyle ekrana yapışır adam…
GÜZEL KIZ: (O sırada, geride kalan kız yine bir reklam coşkusuyla konuşur.) Dünyanın bütün yatırımcıları toplanın. Kilkat Investigation size yeni bir gelecek hayali sunuyor. Kilkat Investigation. Hayatın anlamı…
DELİKANLI: Bir daha tokatlasam mı acaba şunu?
ALAYCI: Niye? Hayatın gerçek anlamını bulması için mi? (Güler.)
HASSAS: Ancak sanat için kabul edilebilir böyle bir şey. Yoksa çok vahşice…
DELİ KADIN: Olamaz mı? Babam bana ilk tokadını attığında bir an için bir şeyler anlamıştım. İçim titremiş, başımda pembeli morlu bulutlar uçuşmuştu.
Tak tak tak! Kapı sert bir şekilde çalınır. Bir an dururlar kasılmış bir halde. Güzel Kız aynı gülüşle içeride bir yerleri işaret ederek durur hostes gibi.
HASSAS: Yine mi?
DELİ KADIN: (Bağırır kapıya doğru.) Kapı açılmıyor, boşuna çalma!
ŞİŞKO: (Sevinmiştir yine.) Giriniz!
DELİKANLI: (Kollarını kavuşturmuş, telefonun yanına doğru yanaşırken…) Bu sefer kim acaba? Yetti artık!
ALAYCI: Bilinçaltımız hiç ortalarda görünmüyor. Onun da taşın altına elini sokması lazım artık. Biraz hayvanlığa ihtiyacımız var günün saldırılarıyla baş etmek için.
Kapı açılır. Bir adam (aynı tip, doktor kıyafetiyle bu sefer) kendinden emin, içeriye girip karşılarında durur. Ciddi bir şekilde başını sallayıp konuşur.
PSİKİYATR: Merhaba.
ŞİŞKO: Merhaba beyefendi. Nasılsınız?
PSİKİYATR: (Otoriter bir ifadeyle.) Evet, şikayetlerinizi bekliyorum.
İçeridekiler birbirlerine bakar hafif şaşkın.
DELİ KADIN: Şikayet mi? Nesin sen, şikayet kutusu mu?
PSİKİYATR: (Ters bir tavırla.) Evet. Lütfen. Dinliyorum.
ŞİŞKO: Bir şikayetimiz yok beyefendi. Sadece dışarı çıksak nasıl olur diye fikir telatisinde bulunuyorduk burada.
DELİKANLI: Benim şikayetim var. Hakkımızın verilmediğine inanıyor ve şiddetle istiyorum. Sonuna kadar da savaşacağım bunun için.
HASSAS ADAM: Benim boynumda, yüreğimde ve aklımda unutulmanın, sevgisizliğin, kaybetmenin, bulamamanın, arzu yoksunluğunun, sessiz kalmanın, hedefsizliğin, sahteliğin doğal sonucu ağrılar var. Kesif bir sızlama daha çok.
ALAYCI: Benim şikayetim uyandığımda bir şey hatırlamıyormuş gibi davranmak. Ya da unutmaya çalışmak. Beni çok yorması bir yana, kendimi kasmaktan iç organlarımın da zarar görebileceğinden korkuyorum.
GÜZEL KIZ: (Şık bir gülüş, klas hareketlerle hafif öne çıkarak.) Şikayet devri yerini huzur ve neşe çağına bırakıyor. Xaxa haplarını kullanın şikayetleri rafa kaldırın. Xaxa. Özgürlüğün tadı hayatın anlamı.
DELİ KADIN: Ben de söyleyeyim, madem çok istiyorsun. Şikayetim kafamın şikayetlerimi anlamayacak kadar mutsuzluğumla ve öfkemle meşgul olması.
PSİKİYATRİST: (Kafasını sallar.) Anlıyorum. Bana söylenenler doğruymuş. Belki de geç bile kaldım. İnşallah sizi normal insanlara dönüştürme şansımızı yitirmemişizdir. Gerçekler su götürmüyor beyler. Hepiniz hastasınız. (Bir şey söyleyecek olanları kesin bir tavır, sert bir hareketle susturur.) Lütfen kesmeden dinleyin.
Delikanlı, eli telefonun üstünde beklerken yardım isteğiyle bakar.
PSİKİYATRİST: Mutsuzsunuz, doyumsuzsunuz, hedefsizsiniz, çift kişiliksiniz, hayattan zevk almayı beceremiyorsunuz, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayacak idrak yeteneğini yitirmişsiniz, burada boş boş pineklemeyi direnmek sanacak denli bir gerçeklik sapması yaşadığınız da ortada, bir de hasta değilim mi diyeceksiniz bana? Hastasınız! Evet, hem de çok hastasınız. Bana ihtiyacınız var. (Delikanlı konuşmak üzere ağzını açmışken, susturur onu bir kez daha.) Bunları ben değil, siz söylüyorsunuz. Az önce tek tek siz saydınız hepsini. İnkar mı ediyorsunuz?
ŞİŞKO: (Bağırır kendini tutamayarak.) Doğru! Gerçekten doğru. (Diğerlerine bakar.) Yeter artık, kendimizi kandırmayı bırakalım. Yardım edin bize. Lütfen!
YAŞLI: (Bağırır bir an uyanıp.) İnkar ediyorum! (Ve dudaklarını yalayıp tekrar uykuya dalar.)
DELİ KADIN: Pöh! Bunlardan bir tek boş boş pineklemeye katılırım, o da çok ciddi bir rahatsızlık değil.
DELİKANLI: Bakın, buraya ne temsilciler geldi gitti, hiçbirisi güven veremedi bize. Bir şeylere ikna da edemedi. İşin doğrusu bu. Neyimiz var peki? Söyleyin o zaman.
PSİKİYATR: Panik yapmanızı gerektirecek bir şey yok. Çağımızın hastalığı... Yeter ki tedavi olmayı kabul edin. Buradan hep beraber, el ele, mutlu mesut, ne yaptığını bilen, geleceğe güvenle bakan, kararlı, sapasağlam insanlar olarak çıkacaksınız.
GÜZEL KIZ: Güzelce Hastaneleri size mutlu ve uzun bir ömür vaat ediyor. Güzelce Hastaneleri… Hayatın Anlamı. (Gözlerini kırpıştırıp manken gülüşüyle bakar Psikiyatrist’e.)
Yukarıdan ses gelir yine. “Hayatın anlamı falan yok, sizi salaklar.”
YAŞLI: (Uyanır.) Ha! Ne! Hayatın anlamı mı bulundu! Ha ha ha. Hadi kutlayalım bunu. (Kendi kendine dansetmeye başlar aşağıya atlayıp.)
ALAYCI: (Güler.) Hayatın anlamı yok. Reklamcılar da bunu çok iyi bildikleri için o işte çalışıyorlar.
HASSAS: Bir anlam olsun da ben salak olayım, kabul edebilirim bunu.
DELİ KADIN: Hayatın anlamı kadar başınıza taş düşsün, başka bir şey demiyorum!
PSİKİYATR: Sizi bekliyorum. (Saatine bakar yine.)
DELİKANLI: Bir şey soracağım. (Herkes ona bakar. O kararlı, çenesi havada…) Önemli bir soru bu, inanın. (Durur bir an.) Ya biz iyileşmek istemiyorsak?
Yaşlı Psikiyatrist’i fark ettikten sonra şarkıyı bırakıp huysuzlanmış, bir kurt gibi dolaşmaktadır sahnenin önünde, arada korku ve öfkeyle adamı süzerek…
PSİKİYATR: Çocuğum, kendinizi önemsemeniz, böylesine yüceltmeniz pek hoş ama kusura bakmazsanız, hepimizin bu toplumun, evrene yayılan ilişkiler ağının küçücük, basit parçalarıyız. Bu gerçeği size hatırlatmak isterim. Binlerce yıldır, milyonlarca zihnin oluşturduğu bir sistem var önümüzde. Çağlara ayak uydurup şekil değiştirerek son haline kavuşmuş eksiksiz bir organizma. Ona ait olup bütünleşmektir mutluluk. Sorgulamak değil.
ŞİŞKO: Çok etkileyici bir söylem bu üstadım. (Tekrarlar kafasını beğeniyle sallayarak.) Bütünleşmektir mutluluk, direnmek değil.
DELİ KADIN: Sorgulamak dedi, direnmek değil, çarpıtma.
PSİKİYATR: Peki, benimle bir seans yapıp huzura, sevince, mutluluğa, anlayışa şöyle bir dokunmak istemez misiniz?
ALAYCI: Kıçına dokunabiliyorsak neden olmasın…
ŞİŞKO: Sanki doğumuma döneceğim tekrar. Ne heyecan!
HASSAS: Korkuyorum ben. Aşırı duyarlı kişiliklerin mutlulukla karşılaşması çok yıkıcı olabilir.
DELİKANLI: Başarabilirsen dene. Ama ya mutsuz olursak? O zaman dava açabilecek miyiz sana?
DELİ KADIN: Babamın tokadına biraz olsun yaklaşamazsan para mara bekleme benden.
PSİKİYATR: Korkmayın. Az sonra mutlu olduğunuzdan, hayata sevinçle baktığınızdan başka hiçbir şeyi önemsemeyeceksiniz. Şimdi… (cebinden bir madalyon çıkarır.)
DELİKANLI: Başbakanın resmi değil mi o?
PSİKİYATR: Evet. Lütfen dikkatle bakın. Yoğunlaşın. (Sallamaya başlar.)
Birden düşer herkesin kafası. Güzel Kız da dahil. Psikiyatr da şaşkın bakar. Sallamayı bırakır madalyonu. Yaşlı da hızla volta atarken, oraya bakmış, birden duruvermiş ve uykuya dalmıştır.
PSİKİYATR: Ehm, bu biraz çabuk oldu sanki. Eee, şimdi hep beraber dışarı çıkıyoruz. Ne söylersem onu yapacak, benliğinizi yok edip, sözlerime itaat edeceksiniz . İyi dinleyin. Otoriteye karşı gelmeyeceksiniz. hakkınızın verildiğinden kuşku duymayacak, sadece çalışacaksınız. Size bahşedilenlere şükredecek, kafanız karıştığında huzuru Tanrı’nın yolunda arayacaksınız. Anladıysanız kafanızı sallayın.
Oldukça hızlı sallar herkes ve durmayı bilmezler. Uykusunda anlamsız bir şeyler sayıklar Yaşlı.
PSİKİYATR: Tamam. (Dururlar. O keyifle yarattığı esere bakar.) Artık çıkabiliriz. Şimdi beni izleyin.
Onlar tam hareketlenmişken, telefon çalar. Yaşlı yine uykusunda telefonun çalışını taklit eder.
PSİKİYATR: (Telefona bakar, sonra bir iki adım atar ama durduğunda diğerlerinin yerinde kaldığını görür.) Yürüsenize canım. Size söylüyorum. Çabuk… (Kimse yürümemektedir artık. Psikiyatr kuşkuyla telefona bakar. Yine onlara döner.) Bu bir emirdir, yürüyün diyorum. (Yine kıpırdamazlar. O, ısrarla çalan telefona bakar.) Hay aksi. (Gidip sert bir hareketle açar telefonu.) Evet, ne vardı, ama efenim lütfen, burada… (Birden kalakalır. Telefon düşer elinden. Öyle, transa geçmiş durumda kapıya doğru döner ve hipnozlu haliyle şarkıya başlar güçlü bir sesle.)
Vermeyin insana izin
Kanması ve susması için
Hakkını alması için
Kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir
Gelen ışıklı günler
Gün gelir gün gelir
Zorbalar kalmaz gider
Devrimin şanlı yolunda
Bir kağıt gibi erir gider
La la laaaa laa, laaa laaa laaa…. (Laylaylarla komik bir şekilde devam eder inançlı şarkısına.)
YAŞLI: (Uyanır birden.) Ha, komutanım, beni mi çağırdınız? Görevden kaçanın miğferi kırılsın. Devrim zamanı uyuyanın rüyalarında lağım patlasın. (Yukarı bakar.) Taşıyın beni, ölümden gençliğe doğru kaçmanın tam zamanı. (Yeniden telefona bakarken yere atlar, dağılıp düşer ama ipler kaldırır onu bir kukla gibi.) Hoppaaa. Düşenin dostu olmaz derler bir de. Tanrının elini verdiği insan en azından ayakta geçiriyor yatalak günlerini. Ne güzel. (Uyuyanlara bakıp güler.) Ha ha! Bu sahne bana Dardakan ovasında yaşam pınarından içip melekler gibi uyuyan ve ölümsüzlüğe ulaşsalar da o günden sonra başları kesik yaşamak zorunda kalan Gos ordusunu hatırlattı. (Telefonu eline alır.) Evet komutanım. Dinliyorum komutanım. Ölmeden oraya varmayı başarabilirsem yapacağım komutanım. Bir dilim pasta olsaydı… Hı hı… Hakkınızı helal edin. (Koşturup orada, ayakta hipnoz altında dikilen tiplerin yanına gider. Tek tek tokatlar hepsini. En sonunda da kendini.) Yanlış anlamayın lütfen, kendimi de hiç sevmem ben. (Ve ardından tekme tokat dışarıya kovalar, şarkıyı söylemeye devam eden Psikiyatristi.)
GÜZEL KIZ: Nooldu bize ve ben niye gülüyorum? Dünyada gülünecek hiçbir şey olmadığını bilmeyecek kadar salak olamam ya. Bir iş var bu işte.
HASSAS: Sanki sonu olmayan, başı da olmayan, yinelendikçe enerjisini kaybeden berbat bir rüya gördük.
DELİ KADIN: Bir reklamdan uyandık sanki. Artık öveceğimiz bir hayat yok ellerimizde. O halde…
DELİKANLI: Ha ha ha. Aynıyız işte. Değişen hiçbir şey yok. Bir şaklaban daha yıldız gibi kaydı direncimizin coşku dolu karanlığından.
ALAYCI: Bu hipnoz tedavisinin yararsız olduğunu düşünmemiz saçma olur. Bizi burada şu şekilde uyandırarak, hayatımızın nasıl da anlamsız olduğunu gösterdi. Ders çıkarabilirsek iyileşebiliriz…
GÜZEL KIZ: İplerle hayata tutunmaya çalışan yaşlı bunak bir delinin tokadıyla iyileşmek istemiyordum ben.
YAŞLI: İyileşmek için kendinizi roma, kana ve ruha bulamanızı, sabır taşına yatırıp bir ay kadar bekletmenizi öneririm. En azından yaşadığınızı anlarsınız böylece. Ha ha! Hepiniz iplere bağlısınız küçüğüm, belki de halatlara, onları görememeniz ne acı. Gözlerinizi kapatıp kıçınızla bakmayı öğrenene dek de hiçbir şey anlamayacaksınız. (Dans figürü ve eliyle reverans.) Hem söyler misiniz bana, devrimin düşünerek yapılacağını kimden duydunuz siz? Kukumav kuşlarından bir matematik problemi çözen çıkmadı şimdiye kadar. Şarkı söylemek de bir devrimdir. Herkes ayaktayken oturmak da. Ve herkes aşk peşinde koşarken nefretin izini sürmek. Ne demiş Saramel? Kelebeklere kozalarına geri dönme şansı verilseydi bile onlar bunu asla kabul etmezdi… (İpler onu uçurup ileride bir kutunun üstüne taşır.) Ha ha haaa! Ya Kamatov ne demiş. Devrimi herkes anladı bir tek esnaflar anlamadı. Bütün gün halkı kazıklamaktan başka bir şey düşünemiyorlar da ondan. Ha ha ha!
Diğerleri birbirlerine bakarlar. Söyleyecek bir söz bulamamışlar gibi yere indirirler başlarını. Sonra bazıları dönüp diğer yönlere yürür.
ŞİŞKO: (Çökmüş, bitmiş tavırlarla bir köşeye ilerlerken.) Çok yorgunum. Hem de çok. Delilerle devrim yapmaya kalkışamayacak kadar çok. Düşünemeyecek, kaçamayacak, umutlanamayacak kadar… (Çöker bir kutunun üstüne.)
DELİ KADIN: (Yaşlı’ya kaçamak bir bakışla…) Devrim de nereden çıktı, biz direniyoruz burada. (İskemleye devrilir.) Devrimmiş! Götünü yayıp dinlenmek de devrim o zaman. Pöh…
ALAYCI: Bahane bulmak ne peki?
DELİ KADIN: O da devrim.
ALAYCI: Ya kaçmak.
DELİ KADIN: Bokunu çıkarma.
GÜZEL KIZ: Rengarenk yerlerde alışveriş yapar, her markadan şeyi yer içer, yakışıklı erkeklerle masmavi dalgaların arasında koşarken kendimi birden burada buldum. Depresyona girmemem için bir neden söyleyin bana? (Oturur yere. Öfleyip, önüne bakar.)
DELİKANLI: (Bir kutunun üstüne oturup vurur tahtasına.) Devrim ya da değil, hakkımız verilene kadar burada oturup bekleyeceğiz. Başka çaremiz yok! Ya da telefon çalana dek. Bugüne kadar bizi yolumuzdan çeviremedi kimse. Ama kendilerinin ne hale düştüklerini hep beraber gördük. Demek ki haklıyız. Adalet haktan yanadır her zaman.
Güler yukarıdan ses. Yaşlı da volta atmayı bir anlığına durdurup aynı gülüşü taklit eder.
ALAYCI: (Ayak ayak üstüne atıp koltuğa iyice kurulur. Gözlerini yumar. Şiirsel bir tonda konuşur.) Düşüncenin karanlık sularında sessizlik küçücük bir tekne gibi kayıp giderken, martılar çığlıklarını keser. Balıklar kımıldamaz içgüdülerine direnek. Su yuvarlanır dünyanın sonundan aşağıya. Yıkanır Tanrılar çağlayanın iç enerjisi altında. Ve kimse anlamaz, görmez, bilmez, o biteviye süren acı iniltinin nereden, hangi yaratığın yaralı yüreğinden yükseldiğini…
HASSAS: Çok güzel bu. (Gözlerini kapatır Alaycı’yı taklit ederek, bir yere oturup bacak bacak üstüne attıktan sonra.) Ama, hay Allah, hiçbir şey gelmiyor benim aklıma. (Açar, yine yumar.) Öfff. Demek ki gözleri kapatmak değil önemli olan. (Urganını çekiştirip kapıya, Yaşlı’ya, insanlara bakar. Sonra o da dalıp gider.)
Yaşlı da çöker daha önce heykel olarak kullandığı kutuya. Ayaklarını aşağıya sarkıtır ve bir ninni söylemeye başlar, kısık bir sesle… Bir süre sonra o da susar. Bir elini çenesine koyup düşünmeye girişir. Yukarıdan eli ikide bir çekiştirilecek çenesi aşağı düşecek ama o yılmayacaktır… Böyle, bir dakikaya yakın bir süre geçerken bir saatin sesleri belirginleşerek yükselir. Megafondan ses çıktığı anda da kesilir. Megafondaki ses çok duygulu çok acılı bir kadın sesidir. Şarkı söyler.
MEGAFON: Önce babalarımızı aldılar, sonra kocalarımızı, ardından çocuklarımızı… Üç ısırıkta yediler hayatımızı. Önce geleneklerimizi çaldılar, sonra insanlığımızı ve ardından aşkımızı. Üç ısırıkta yediler hayatımızı… (Ağlamaya başlar ve hıçkırırken zar zor yineler mısraları. Tam yarıya gelmişken, kapının açıldığı duyulur. Postal sesleri. “Yakalayın!” diye bağırır bir ses. “Seni toplum düşmanı!” Kapanır kayıt, öksürük sesleriyle kaplanmışken…)
Düşünmeye devam eder içeridekiler.
Hassas Adam’dan başlayarak herkes kafasını bir kaldırır, bir şey söyleyecek gibi olur ama sonra vazgeçip yine düşünmek üzere eğer…
Saatin tiktakları yine yükselir. Kapı çalınır o sırada. Tak tak tak! Saatin sesi kesilir. Dönüp bakmazlar. Açılır kapı. Temsilci bu sefer son moda bir gözlükle, takım elbiseyle içeri girer. Elini kaldırıp gözlüklerini de gözünden alarak konuşur.
TEMSİLCİ: Eee, merhaba. (Elini klas bir hareketle bir kere sallar.) İyi günler. (Kimse bakmayınca bir iki adım atıp boynunu uzatarak konuşur.) Buraya bir öneri sunmak için gelmiştim ve ilgilenmeyeceğinizi aklıma bile getirmiyorum. (Güler havalı bir şekilde.) Hikayenizin ilginç olduğunu söylemeliyim. Hem de çok. Sizde star ışığı var. Belki biliyorsunuzdur, Zar Yapım olarak, reality show’lar düzenleyen bir yapım şirketiyiz. Devlet yetkililerinden gerekli izinler alındı. Evet, derseniz, burayı stüdyoya dönüştürüp sizin direniş hikayenizi halka ulaştırmak istiyoruz. Saat saat, dakika dakika, kafa karışıklıklarınızın her anı büyük bir merakla izlenecek. Eğlendirici ögeler de olacak tabii. Burayı biraz renklendireceğiz. Güzel kızlar, hoş erkekler de gelecek aranıza. Güzel bir kontratla iyi para kazanacaksınız ve milyonların, hatta milyarların yüzü olacaksınız. Ne dersiniz? (Bakar içeridekilere ama onlar, kafalarını bile çevirmez artık. Biraz daha eğilir Yapımcı Temsilci.) Ehm. Cevap vermeyecek misiniz? Çok önemli bir fırsat bu… Neyse… (Cebinden kartını çıkarıp yavaşça önündeki masaya bırakırken…) Meşgulsünüz galiba. (İki elini bir araya getirip kamera gözü oluşturur.) Ne kadar güzel şu duruşunuz. (Güler.) Harika olacak, harika! Ne diyordum. Düşünün. Evet, fazla da düşünmeyin ama. Bir karara vardığınızda beni arayın. Mutlaka anlaşacağımızı düşünüyorum. (Yavaştan gerilerken…) Yıldız olacaksınız. Paraya boğulacaksınız… İyi günler… Yine geleceğim… (İçerideki bir kutu hareketlenip onun peşinden sıkışarak kapıdan geçer. Kapıyı kapatmadan önce son bir kez konuşur o.) İyi düşünün lütfen! (Kapanır kapı.)
Düşünmeye devam eder içeridekiler. Saatin tiktakları yine yavaş yavaş artar. Megafon zangırdayınca kesilir.
MEGAFON: (Öksürür bir süre.) Annenizi getirttik. Sizinle konuşacak. Lütfen iyi dinleyin ve memleketimize haince zarar veren şu anlamsız tepkinizi, şu deli saçması hak hukuk saçmalığını bir kez daha gözden geçirin. Öhhö öhö! Buyurun hanımefendi...
Ağlama sesi. Hıçkıra hıçkıra ağlar kadın… Sürer bu bir süre…
Kapanır megafon…
Put gibi, büyük bir konsantrasyon içinde durur içeridekiler kararmış, düşünceli suratlarıyla… Saatin sesi yavaşça artarken bir dakikaya yakın bir süre geçer. Tak tak tak! Kapı çalar. Delikanlı, Alaycı ve Deli Kadın ayağa kalkar. Kapıya doğru yavaşça yürümeye başlarlar. Din adamı kıyafetli Temsilci içeriye girer. Konuşmaya başlar.
TEMSİLCİ: Tanrının sevgili kulları… Şeytanın fısıltılarıyla yanlış yola sapan isyankar ruhlar! Kurtulmanız için geç değil. Yaratıcının ve kutsal kitabımızın isteklerine karşı gelmeniz…
Lafını bitiremez. Onu her yanından yakalayıp dışarı atarlar hiç ses çıkarmadan.
TEMSİLCİ: Naapıyorsunuz? Tanrının temsilcisine el kaldırdığınızın farkında mısınız! Hey! Ama! (Dışarıya atılır, kapı suratına kapanır.)
Yerlerine dönmek üzere hareketlenecekken dururlar. Zaman durmuştur yine. Herkes kaskatı kesilir. Ortalık kararır.
Tabela iner yukarıdan.
“DÜŞÜNCENİN ACZİ VE GELECEK GÜZEL GÜNLERİN ÖN SORGUSUNDA İNSAN FAKTÖRÜ RİSKİ”
Ortam aydınlanır.
Yürür, yerlerine otururlar.
Oturup düşünmeye başlar başlamaz saat de işler ve sesi gitgide yükselir. Ve sonunda ötmeye başlar guguk kuşu. On iki kere. Susar sonra.
DELİ KADIN: (Bir süre sonra. Kafasını kaldırır.) Dip gürültüsü yok artık.
DELİKANLI: (Az sonra… Kafasını kaldırıp bakar onlara.) Kendimizi kandırmayı bırakalım artık. Hatırlıyoruz.
GÜZEL KIZ: (Az sonra… Anlayışlı bir baş hareketi…) Evet.
ŞİŞKO: (Az sonra… Kafasını elleri arasına alarak.) Hatırlıyoruz…
ALAYCI: Kutlayacak mıyız şimdi bunu?... (Söyler ve indirir kafasını.)
YAŞLI: Çok yaşlıyım ben…
Sadece başlarını sallar diğerleri.
HASSAS ADAM: (Bir süre, dudaklarını ısırıp, yanaklarını çekiştirdikten sonra… Sıkıntılı ifadelerle…) Her şeyi tüketime endekslediler. Doğayı öldürdüler, sanatı, estetiği, güzelliği yok ettiler, kişisel özgürlükleri satın alıp birer klişeye dönüştürdüler, bireyin özgün kimliğini sistemin normlarıyla sınırlandırdılar. Duyarlılık, saflık, özgürlük reklamlarda geçen içi boş kelimeler artık. Biz yokuz… Biz, ben, sen, içi doldurulmuş hayvanlardan farksızız. Ya da sadece tarihi ön duvarı bırakılıp arkası alışveriş merkezine dönüştürülen bir binadan… Keşke hatırlamaz olaydım… Bu güne lanet olsun… (Çıkarıp atar boynundaki organı. Başını önüne eğer.)
DELİ KADIN: (Kaldırır kıpkırmızı olmuş gözlerini. Öfkeyle bakar herkese.) Ataerkil düzende, anneleri çocuklarının gözleri önünde pasifize ediyor, geleceğin kuşaklarının kendini yaratana, yani öz benliklerine saygısını köreltiyorlar. Eğitim sistemiyle herkesi sömürünün ve sömürülmenin doğal görüldüğü bir hakimiyet evrenine hazırlıyorlar. Hiçbir evrensel anlama hizmet etmeyen yapay yarışlarda harcanan oğlanlar, kızlar ölü doğuyor. Ölüler! Yaşadıklarını, duyumsadıklarını, kazandıklarını sanan zavallı bitmiş ölüler! (Ağlamaya başlar ve gözlerini kapatır.)
ŞİŞKO: (Ayağa kalkar, oldukça tedirgindir, hızlı hareketlerle bir oraya bir buraya yürürken konuşur.) Uluslararası şirketlerin güdümünde kukla devletler silah gücünü elinde tutarak sömürü sisteminin jandarmalığını yapıyor. Spekülatörler, ekonomi ajanları, vakıflar, dernekler, paravan çevre örgütleri, gazeteler, din adamları sosyal adaletin sözcüsü geçinen partiler paranın kontrolünü elinde tutan güçlerin ağızlarından çıkan şifreleri dünyaya yayıyor, insanları aptallaştırma, fakirleştirme, şaşırtma, umutlandırma, inandırma, delirtme görevlerini yerine getirerek komisyonlarını ceplerine koyuyor, kendilerini özel zannediyorlar. Herkesin çağlardır gücü elinde tutan aristokrasinin kölesi olduğundan haberleri yok. Rütbeler, komutanlıklar, prenslikler dağıtılıyor ve yaşam diye önümüze sunulan çöplüğün içinde oyunculuklarını sergilemek için birbirini yiyor kargalar… (Çöker dizlerinin üstüne. Gözlerini kapar hıçkırırken.) Bunları bilmek istemiyordum. Anlamak istemiyordum. Saçmalık bu. Ne gerek var. (Susar kalır.)
DELİKANLI: (Bir süredir huşu içinde diğerlerini dinlerken bu sefer o inançla ayağa kalkar.) Tüm sistem unutturma ve dönüştürme üzerine. Sınıf çatışması, sermaye emek çelişkisi, üretim fazlası, sömürü, emperyalizm gibi kelimeler hasıraltı edilirken, toplumu rahatça bölüp yönetebilecekleri demokrasi, özgürlük, barış, azınlık hakları benzeri içi boşaltılmış laflar dillerine sakız gibi yapışıyor. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin yönetimlerini ele geçiriyor, halklarını ucuz işçilere dönüştürüyorlar. Temel komformist zevklerle onurlandırdıkları kendi insanlarını sistemin ahlaksızlığına ortak ediyorlar. Döngüsel sermaye krizleri yaratarak, saldıkları açlık korkusuyla emekçilerin haklarını tırpanlıyor, kemer sıkma politikalarıyla dünyanın dört bir yanından bankalarının borçlarını tahsil ediyorlar. Çalışan kesimin ne umudu ne hayali var artık. Gün boyu karın tokluğuna çalışıp eve bir lokma yemek götürdükleri için mutlu olmaları bekleniyor. Çocuklarına gelecek sunacak güçleri yok. Böylece ailevi umutsuzluk döngüsünün çağlar boyunca biteviye sürmesini garanti altına alıyorlar.
GÜZEL KIZ: Tek yapacağımız televizyon seyredip bize sunulan sanal dünyaya adapte olmak. Pompalanan cehalete, düzeysizliğe uyum sağlamak, duygularımızın ayarlarıyla oynanmasına, seks, sağlık, güzellik gibi doğal hassasiyetlerimizin arsızca sömürülmesine, yapaylaştırılmasına, yaşamımızın dengeleriyle oynanmasına izin vermek. Mutluluk, önümüze konulan o büyük yalanı sorgulamadan kabullenip unutmak artık insanlar için. Düşünmemek. Ölene kadar düşünmemek! (Omzunu silker, yüzünü buruşturarak.)
Şak şak şak, diye alkışlar yukarıdan birisi… Ellerini ovuşturan Alaycı’ya bakar içeridekiler, sıra ondaymış gibi. Yaşlı, ellerindeki ayaklarındaki ipleri çıkarmaktadır titreyen elleriyle.
ALAYCI: (Ciddi bir şekilde süzer onları.) Bir şey söylemeyeceğim. Benden, asla değiştirilemeyecek bir şeyi çözümlememi beklemeniz ne kadar acımasızca. Hatırlamak ya da bilmek; onu dönüştürecek, kontrole alacak ya da yok edecek bir güce sahip olmadıkça neye yarar? Sizi dinlemek zevkliydi. Harika bir performans. (Alkışlar o da.) Ama hepsi bu…
YAŞLI: (İhtiyar sesiyle, omuzları çökmüş, yeniden yaşlanmış olarak...) Zayıfız. Umudumuz yok. Ölüm soluğunu ensemize üflerken… (Kesilir soluğu. Bir süre kesik kesik nefes alır.) Tanrı’nın bize sunduğu yaşamsal neşeden başka ne var elimizde? Şu kısacık ömrümüzü boğuşmaya, didişmeye, savaşa, yıkımı harcıyacağız? (Öksürmeye başlar.)
Güler Delikanlı sinirli bir şekilde. Kartal bakışıyla süzmektedir konuşanları.
ŞİŞKO: Doğru bu! (Kalkar gözleri yaşlı.) Keşke hatırlamasaydık. Yapacağımız hiçbir şey yok. Ne yazık ki gerçek böyle. Çıkalım gidelim buradan!
Başlarını eğer diğerleri umutsuzlukla.
DELİKANLI: (Ayağa kalkıp alevlenmiş gözleriyle süzer herkesi.) Demek bu kadar ha! Sömürüldüğümüzü, haklarımızın tırpanlandığını, üçüncü sınıf insan muamelesi gördüğümüzü bilecek ve aptalca bir mutluluk taklidiyle yaşamımızı tüketeceğiz! (Bağırır.) Korkaklar! Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin! Direneceğiz ve hakkımızı alacağız. Birlik olup omuz omuza mücadele edeceğiz. Güç bizde, anlamıyor musunuz bunu? Esas sorun hatırlamak, bilmek ve anlamlandırmaktı. Gerisi kolay. Kalabalık olan biziz. (Yumruklarını iki yanında iyice sıkarak karşısındakilere sallar.) Neleri aştığımızı fark edemiyor musunuz? Korkuyla yaşayan onlar, biz değil. O günün geleceğini biliyorlar. Ödleri kopuyor. Asla dizginlenemeyecekleri bu şerefli gücün patlayacağını biliyorlar... Geciktirmek için insanlığımızı satın almaya, türlü düzenbazlıkla aklımızı çelmeye çalışıyorlar. Ama içimizde bir giyotin gibi asılı duran adalet duygusu yavaş yavaş iniyor boyunlarına doğru. Görüyorlar bunu. Korkuyorlar! (Tek tek süzer herkesi.) Benimle misiniz değil misiniz?
Bir süre yere baktıktan sonra kafalarını sallar diğerleri, o öfke içinde onları süzerken.
DELİKANLI: (Yerine oturur. Sayıklar gibi konuşur kapıya bakarak.) Direneceğiz. Evet. Eninde sonunda yola gelecekler. Biz olmadan onlar da olamaz. Biliyorlar bunu. İnanın bana…
Kimse bir şey demez. Megafon tıngırdar birden. Marş başlar.
“Yarınlar inananlar için. Bugünler çalışanlar için, ailemiz, devletimiz için
Sınıf çatışmalarını yendik biz. Şüpheyi sorguyu, arzuları geride bıraktık.
İyiliğimizi düşünür büyüklerimiz. Besler, korur, barındırır, önem verir.
Bağlılığımızla varız biz. Beden gücüyle varız. Çırılçıplak onlar için varız.”
DELİKANLI: (Bağırır gülerek, marş sürerken.) Bugün de yarın da şimdi de bizim için, doğru bu. İyiliğimizi düşünüyorsanız hakkımızı verin leş kargaları! İnsanlığımızı geri verin!
Kesilir ses. Öksürür megafondaki. Deli Kadın, kararsız, kalkıp kalkmayacağı belirsiz, suratını sıvazlar hırsla. Diğerleri de tedirgindir. Kıpırdanırlar.
MEGAFON: İçeridekiler. Beni dinleyin. Dikkatle dinleyin! Çok önemli şeyler söyleyeceğim. Evet. Söylenmeli ve söylenecek.
DELİKANLI: Sizin için önemli, bizim için safsata!
MEGAFON: Aranızda anarşist fikirleriyle kafanızı karıştıran bazı bölücüler olduğunu biliyoruz. Çoğunuzun onların fikirlerine katılmadığını da. Üzerinizde oluşan baskının farkındayız. Anlıyoruz sizi, inanın buna.
DELİKANLI: İçeri bir Temsilci daha gönderin o zaman. (Güler abartılı.) Vicdanımızın kıçına tekmeyi vuracağı bir Temsilci daha…
MEGAFON: Gönlünüz, aklınız, sağduyunuz dışarı çıkmanın doğru olduğunu söylerken siz utanıyorsunuz, vicdan azabıyla boğuşuyorsunuz. Ama inanın, onlar arkadaşınız değil. Onlar sizin iyiliğinizi istemiyor. Onlar milleti birbirine düşürmek için oraya sokulmuş ajan provokatörler.
DELİKANLI: Hatırladık her şeyi, boşuna boğazınızı yormayın! Kimin ne olduğunu çok iyi biliyoruz biz!
Delikanlı konuşurken kapı açılır ve içeri sis bombası atılır. Yukarıdan ve sağ pencereden de bir bomba düşer. Ayağa sıçrar herkes. Bağırışanlar olur. Delikanlı da geri çekilir. Megafondaki ses konuşmaya devam eder sisler orayı kaplarken...
MEGAFON: Hayinlere hesap vermek zorunda değilsiniz. Dışarı çıkın! Kimse sizi görmeyecek. Utanmayın. Orada olmak istemiyorsunuz. Direnmeyi bırakın. İtaat edin, mutlu olun. Size huzuru vaat ediyoruz. Dışarı çıkın.
Sis içeriyi kaplamaya başlar. Marş başlar yine. (İkinci dörtlük.)
DELİKANLI: (İçeridekilere tek tek bakmak için kendi ekseninde dönerken.) Namussuz herifler! Oyunlarınızı biliyoruz, evet, hem de çok iyi. Öyle değil mi? (Alaycı’yı yakalayıp sarstığı görülür. Sonra uzaklaşır gerileyerek. Güler dönmeye devam ederken...) Kokuşmuş sisteminizi çözdük. Aşağılık planlarınız bir bir döküldü ortalığa. Buradayız hepimiz. Direncimizi böyle çocukça oyunlarla kıramazsınız. Hakkımızı alana kadar direneceğiz. Anlıyor musunuz? (Sahnenin dışına doğru koşturur, sisin yoğunluğundan çıkarak. Sonra başka bir tarafa.) Tek vücut sizi bekliyoruz. Hiçbir şey alamayacaksınız. Birimizi bile göremeyeceksiniz saflarınızda. Heey! Bağırsanıza siz de. Yalan mı bunlar?
Kapının kapanma sesi duyulur. Hiçbir şey görünmemektedir artık sisten.
DELİKANLI: Ha ha ha! Kapı suratınıza kapandı bir kez daha. Tıngırdasana hadi! Moralimizi sorsana! Hatırladık! Sonunda biliyoruz ne mal olduğunuzu. Direneceğiz. Çünkü başka yolumuz yok. Ya öleceğiz ya ölü gibi yaşayacağız ha? Avucunuzu yalayın. İnsanız biz. Umutlarımızı, hayallerimizi, özgürlüğümüzü elimizden alıp paketleyerek bize satamazsınız. Hükümdarlığınız sona erdi. Şu dağılıp gidecek sisinizden farkınız yok. Siz de bir şeyler deyin arkadaşlar. Bağırın. Anlasınlar ne kadar kararlı olduğumuzu.
Sis dağılmaktadır ve artık onun tek başına bir karaltı olarak ortalıklarda koşturduğu açıkça görülmektedir.
DELİKANLI: (O da kimseyi görememenin paniğiyle sahnenin dört bir yanına koşturur. Durur. Çevresine bakınır.) Neredesiniz? Hey! (Her yerden geri döner heyleri, başka başka seslerle. Yukarıdan da gelir…) Hiç de hoş değil bu şaka. Ortaya çıkın. Heeey! (Yine geri döner sesler. Sis dağılıp gider. Acıklı bir ses tonuyla bağırır.) Gittiler mi? (Kapıya doğru koşturur. Tokmağı tutar ama açmak istemez. Bekler bir süre. Sayıklar gibi konuşur.) Gittiler! (Gittiler lafını yankı gibi tekrar eder bir sürü ses. O geri döner. Sis neredeyse tamamen dağılmıştır.)
Güler yukarıdan bir ses.
DELİKANLI: (Bir yeri yumruklar, kutulardan birine tekme atar. Sonra yine kapıya koşturur. Açacak gibi olur ama tutar kendini. Geriye döner tekrar. Omuzları çökmüş, oturur kutunun üstüne.) Gittiler… (Tekrarlanır Gittiler, lafı bir sürü ses tarafından.)
Başka bir şey söylemez. Öylece kalır bir süre, başı ellerinin arasında. Saat yine işlemeye başlar. Büyür sesi. Bir süre sonra Megafon tangırdayınca susar. Öksürür megafondaki ses bir süre. Bir şey demez. Kesilir yayın ardından. Yine saat başlar. Büyür sesi. Delikanlı ayağa kalkar birden, susar saat. Kapıya doğru döner. Bir iki adım atar, durur. Saçlarını geriye atar. Dönüp geriye bakar. Sonra yürür yine. Kapıya yaklaşmaktadır.
Telefon çalmaya başlar birden. Kapıya az bir yol kalmışken durup telefona bakar Delikanlı. Kararsız kalır kısa bir süre ama sonra, yoluna devam eder. İki adım daha atar. Telefon hiç durmadan çalar. Kapıyı çeker Delikanlı. Açılmaz. Bir daha zorlar. Yine açılmaz. Üçüncüde açılır. Telefon çalmaya devam etmektedir. Bakar Delikanlı kapının diğer tarafına. Döner ardından, son bir kez telefona bakar ve ansızın çıkar gider. Kapı müthiş şiddetli bir şekilde çarpar arkasından…
Yarım dakikaya yakın öylece bomboş kalır sahne. Telefon hiç durmadan çalmaktadır.
Açılır kapı birden. Temsilci girer önce içeriye. Çevreye bakınır. Masalara, daktilolara, kutulara… Hoşnut bir şekilde kafasını sallar.
TEMSİLCİ: (Yaylanarak içeri yürür.) Çok güzel. Valla da billa da çok güzel oldu. Gelin. Gelsenize yahu! (Önce Delikanlı görünür. Sonra arkasından hepsi içeriye girer birer birer, ayaklarını sürüyerek.) Peh peh! Görüyorsunuz. Tümden yenilendi her şey. Yeni bir sistem yeni bir anlayış. Yepyeni bir çalışma kadrosu. İşte bu. (Vurur masalardan birine. En arkadan Yaşlı içeri girer oflaya poflaya.) Geçsenize arkadaşlar, hadi canım, biraz çabuk olun… Dünyamızın üretim beklediğini unutmayalım. Üretmezsek nasıl tüketeceğiz! Burada çalışmak için canını verecek bir sürü insan olduğunu da unutmayın rica ediyorum…
Omuzları aşağıda, gözleri yerde, yaşayan ölüler gibi yerlerine doğru yürür hepsi. Yaşlı düşer yere. Telefon çalmaya devam eder.
Televizyon açılır birden. Yine o adam. Karanlık bakışlarıyla içeri izlemeye başlar.
TEMSİLCİ: (Yerinde dönüp bir kez daha gözden geçirir her yeri. Alkışlar sonra beğeniyle.) İşte bu. (Ellerini birbirine çarpıp oğuşturur. Ayaklarının üstünde bir yükselip pantalonunu çekiştirir. Yerinde döner. Telefona şöyle bir bakıp kapıya doğru yürür.)
Herkes yerlerine oturur. İsteksizce çalışmaya başlarlar. Yaşlı sürünüp daha önce çıktığı kutuya tırmanır ve omuzları düşük, bitmiş bir heykel pozunda donar kalır.
TEMSİLCİ: (Yürür biraz daha. Döner sonra. Telefona bakar yine. Ama kararsızlığını yenip dışarı çıkmak üzere hareketlenir ardından. Kapının orada durur.) Kaytarmayın haa. Sizi izlediğimizi unutmayın. Gözümüz üzerinizde. (Çeker kapıyı, kapatır.)
Telefon çalmaya devam eder. Bir süre devam eder böyle.
DELİKANLI: (Yerinden kalkar sonunda. Omuzları düşük, isteksizce yürür. Açar telefonu. Dinler biraz.) Yanlış numara. (Kapatıp tekrar yerine yürür. Oturur, çalışmaya başlar…)
Güler yukarıdan bir ses az sonra.
Yaşlının kafası yukarıya döner. Güler o da kıkır kıkır ama öksürükle kesilir gülüşü. Bir süre öksürdükten sonra gülmeye devam eder. Yukarıdaki de gülmektedir aynı şekilde. Arada o da öksürüğe boğulmakta ya da böyle bir şeyi taklit etmektedir. Kararır ortam.
PERDE KAPANIR……..